Allah’ın adıyla!
Uzun bir süredir önümüzdeki mahalli seçimlerde Diyarbakır Belediyesi’ni ele geçirme üzerinden özellikle iki kesim veya iki parti tarafından hararetli bir tartışma yürütülmektedir. Bu tartışma öyle kavramlar ve semboller üzerinden yürütülmektedir ki bununla halkın duygularının istismarı hedeflendiği çok açıktır. Bu tartışma kalenin fethi tartışmasıdır. Birileri kendilerini kalenin sahibi, bir diğer kesimse dışarıdan bu kalenin fethine gelenler şeklinde bir imaj oluşturularak siyasi bir polemik yürütülmektedir.
Diyarbakır’ın bir kale olduğu doğrudur. Ama bu kale; İslam güneşinin doğduğu daha ilk dönemlerde Peygamber’in (sav) ashabı tarafından İslam’ın nuru ve tevhid inancı buralara ulaştırılarak sadece fiziki olarak değil halkın gönlüyle beraber fethedilen bir İslam kalesidir. Dolayısıyla bu belde Müslümanların kutsalları ve mübarek beldeleri arasındaki yerini almıştır.
İlhadi düşünce ve ideoloji sahipleri ile düzen partilerinin hiç birisi bu kalenin değil sahibi, nöbetçileri bile olamazlar. Tarihi süreç içinde birçok İslam beldesinde ve birçok konuda olduğu gibi Müslümanların bu beldede de ihmalkârlıkları ve ilahi sorumluluklarının bilincinde olmamaları veya bu görevlerini sürekli olarak ertelemeleri neticesinde, diğer kutsal mekânlarımız gibi burası da ehil olmayan insanların ve düşünce sahiplerinin eline geçmiş ve adeta İslam dışı güçlerin işgaline uğramıştır.
Bazı İslami duyarlılıklara sahip fertlerin içinde bulunduğu bazı partilerin, bölge halkının İslami duyarlılıklarını ve var olan İslami potansiyeli kendi lehlerine kullanma girişimlerine ve öte yandan halkımızın haklı taleplerini ve milli duygularını istismar eden kesimlere karşı Müslüman halkımız ferasetli ve uyanık olmalı, bu oyunlara ve bu tuzaklara düşmemelidir. Bu konuda halkımız bilgilendirilmeli ve Müslümanlara İslami sorumluluklar hatırlatılmalıdır. Ayrıca bu partiler de çok iyi bilmelidirler ki; bölge halkı tarafından çok iyi tanınan, İslami hiçbir hassasiyetleri söz konusu olmayan, aksine derin devletle ilişkili karanlık odaklara bağlı unsurlarla kale fethedilemeyeceği gibi, bu anlayış ve kafa yapısıyla daha çok uzun süre kale kapısında beklemek zorunda kalacaklarını da bilmeleri gerekir.
Bölgenin gerçek sahibi olan Müslüman halk ve İslami kesimler oynanan bu oyunları görmeli ve bu sahte kurtarıcıların tuzağına düşmemelidirler. İslami hareketin gücünü görmezlikten gelip, Müslümanları hesaba katmayan, kendi başına buyruk oluşumların Müslümanlardan destek beklemeleri abesle iştigaldir. Aynı zamanda tüm Müslümanlar bu sistem partilerinin dolaylı olarak bile olsa Müslümanların güç ve potansiyellerinden istifade etmelerine fırsat vermemelidirler. Müslümanlar, bu zeminde inisiyatif kullanıp sahneye çıkacakları zamana kadar süreci İslami inançları ve davalarının gereğine uygun bir şekilde yönetme ve mücadeleyi sürdürme bilinç ve kararlılığını göstermelidirler.
Hizbullahi Müslümanların zor şartlarda davaları için çok ağır bedeller ödediği bir süreçte, hiçbir insani ve İslami kural tanımayarak ve adeta İslam düşmanlarının diliyle Hizbullahi Müslümanlara saldıran bazılarının, bugün çıkarcı ve iki yüzlü bir yaklaşımla sadece Müslümanların güç ve potansiyellerini oya tebdil etmek amacıyla günü birlik politik çıkarları için yakınlık göstermeleri tam bir samimiyetsizlik örneğidir. Bununla Müslümanların olup bitenleri unutup bu tavırlarına aldanacaklarını sanıyorlarsa sadece kendilerini kandıracaklarını bilmelidirler.
Yakın zamana kadar Hizbullahi Müslümanlara selam vermekten ve onlara yakın durmaktan kaçınan bazılarının İslami kesimi kendilerinin arka bahçesi olarak görme devrinin sona erdiğini herkesin bilip görmesi gerekir. Müslümanlar, çok zor şartlarda kan, emek, gözyaşı ve ağır bedeller ödeyerek elde ettikleri güç, kuvvet ve kazanımlarını sistem partilerinin gayri İslami ve değersiz politikalarına alet etmeyecek kadar siyasi basiret ve feraset sahibidirler. Bunu dost, düşman herkes böyle anlamalı ve böyle bilmelidir.
İslami hareketin yaklaşık otuz yıl önce düzen partilerinden ve rejimin aldatıcı mücadele yol ve yöntemlerinden ayrışarak kendi çizgisini ortaya koyduğunu ve bugüne kadar İslami ve hak olarak bildiği mücadele çizgisi üzerinde bu günlere geldiğini hiçbir Müslüman unutmamalıdır. Bu mücadele süreci ve tarihinin çok iyi okunup, değerlendirilip kavranması ve şuura çıkarılması lazımdır. Eğer bu geçmiş ve mücadele tarihi tam anlamıyla ve iyi bir şekilde kavranmazsa, gelecek için sağlıklı bir hareket ve mücadele yönteminin ortaya konulması mümkün olmayacaktır. Aksine denenmişi deneme gibi bir hatayla tekrar başa dönme şeklinde bir yanlışlığa düşme söz konusu olabilir.
Eğer bugün mücadelenin tabii seyri içinde gelinen bu merhalede ve oluşan yeni şartlar muvacehesinde legal siyasi alanda bir faaliyet yürütülecekse; bunun tamamen özgün, hareketin kendi iradesiyle, belirlemesiyle, inisiyatifiyle ve kontrolünde olması gerekmektedir. Yani bu zeminde atılacak adımlar İslami dava ve halkımızın çıkarı gözetilerek Müslümanların kendilerine has plan, program ve yönlendirmesiyle olmalıdır. Ancak bu düşünce, bu anlayış ve bu tavırla günümüze kadar süre gelen mücadele çizgisi muhafaza edilebileceği gibi bu zeminde harcanacak emekler de İslami davaya katkı olur. Aksi takdirde mücadele çizgisinden sapma ve emeklerin heba edilmesi gibi istenmeyen bir durumla karşı karşıya kalınabilir.
Bu konuda yazılacak ve söylenecek çok söz vardır. Yeri ve zamanı gelince en detaylı bir şekilde bunlar yazılacak ve üzerinde konuşularak kardeşlerimiz ve Müslüman halkımızla paylaşılacaktır. Güncel bir konu olarak önümüzde durduğu için şimdilik bu kadarla yetiniyoruz.
Allah’a emanet olun.
HÜSEYNİ SEVDA EDİTÖRÜ |