Allah’ın (cc) adıyla.
Yönetim sistemlerinde yasaların
oluşumu ve işlevi açısından şu husus önemli bir noktadır.
Bir sistemden (yönetim şekli ve
uygulamalarından) başka bir sisteme geçişte, bir taraftan RET ve dolayısıyla
TERK EMTE vardır. Diğer taraftan KABUL ve dolayısıyla SAHİPLENİP UYGULAMA
vardır.
Yani reddedilen sistemi terk, kabul
edilen sistemi sahiplenme ve uygulama söz konusudur. Dolayısıyla sahiplenilen
(yeni) sistem, terk edilen (eski) sistemin reddini bir temel unsur olarak alır.
Aldığı bir diğer temel unsur ise benimsenen ideolojidir. Yeni sistem, bu iki
temel üzerine bina edilir. Bu da; yasalara ve yasalara işlerlik kazandıran yargı
ve yürütme organlarına şu iki şekilde yansır.
Birincisi; terk edilen sisteme karşı
olma, hayatın her alanından çıkmasını ve bir daha geri gelmemesini sağlamaya
dönük engelleyici ve önleyici tedbirler alma, …
İkincisi; yeni sistemi her bakımdan
kucaklama, sahiplenme, hayatın her alanında yer etmesini, etkinlik ve işlerlik
kazanmasını sağlamaya dönük koruyucu ve kollayıcı tedbirleri alma…
Tarihte; geçmişten günümüze kadar
yaşanmış inkılaplarda, inkılabı gerçekleştirenler ile iktidar sahipleri
arasındaki mücadele ve savaşların temelinde bu karşıtlık, yani bir sistemi ret,
diğerini kabul yatmaktadır.
İnkılabı gerçekleştirenler; karşı
durdukları ve yönetimden uzaklaştırdıkları sistemi tamamen ortadan kaldırmaya
çalışırlar ve bir daha geri gelmesini istemezler. Kurdukları sistemi de sosyal
hayata tamamen hakim kılmaya ve bekası için var güçleriyle korumaya çalışırlar.
Yasalarına ve kurumlarına bu istikamette şekil verirler.
T.C. kurucuları da; İslami esaslara
dayalı yönetim sistemini reddetmiş, laik-demokratik cumhuriyete dayalı (batıdan
alma) yönetim sistemini kabul etmiştir. Diğer bir ifadeyle ilahi sistemi
reddetmiş, beşeri sistemi kabullenmiştir.
Dolayısıyla T.C.’nin anti-İslami
zihniyetinin günümüz ve günümüz iktidar sahipleriyle sınırlı olmayıp, M. Kemal
ve İnönü başta olmak üzere bu Cumhuriyetin temellerini atanlara kadar uzayıp
dayanır.
M. Kemal, başta Fransız olmak üzere
batı hayranı biri olmakla birlikte, birinci dünya savaşı sonrası Osmanlı
devletinin içinde bulunduğu acziyetin ve hilafet makamında oturanların İslam
adına ve Müslümanların halifesi namına yönetim konusunda sergiledikleri yanlış
uygulamalarının da etkisiyle, devletin İslami usullerle yönetilemeyeceğini,
diğer bir ifadeyle, hilafete dayalı ve İslam şeriatini esas alan yönetim
biçiminin günümüz şartlarına uygun düşmediğine inanmaktaydı. Osmanlı devletini
idare edenlerin icraatları neticesinde memleketin düştüğü kötü ve zavallı hali,
onların şahsında İslam’a mal etmekte ve İslam’ın yönetimden uzaklaştırılması
gerektiğini düşünmekteydi. Bu nedenle batıya hayranlık duymakta ve dolayısıyla
ülkenin, batı tarzında demokrasiye dayalı Cumhuriyet rejimiyle idare edilmesinin
daha uygun düştüğünü benimsemekteydi.
Ve nihayet hedeflerini bir bir
gerçekleştirerek amacına da ulaştı. Zamanın halifesinden aldığı yetkiyi
kullanarak, hilafeti ve vatanı kurtarma iddia ve vaadiyle işe başlamış, bu
münasebetle pek çok alim, şeyh, molla ve aşiret reisleri başta kendisiyle
beraber olmuş, ancak zamanla yaptıkları ortaya çıkıp niyeti belli olunca tepki
gösterip karşısına geçmişlerdi ama artık iş işten geçmişti. M. Kemal kontrolü
çoktan ele geçirmiş ve idare eden konuma gelmişti. Etrafından birer birer
dağılıp (kimi örgütlü, kimi örgütsüz) mücadeleye giriştiyseler de, O’nu
bulunduğu konumdan uzaklaştıramadılar ve yaptıklarına da engel olamadılar. Vatan
haini ve işbirlikçi olarak ilan edildiler, isyan çıkarmakla suçlandılar ve
kimisi askeri operasyonlarda, kimisi de kurulan istiklal mahkemelerinde
yargılandıktan sonra darağaçlarında asılmak suretiyle susturuldular.
Bundan sonra da iç inkılaplar
süratle ve art arda devreye sokuldu, yasaklar birbirini izledi ve günümüze kadar
devam etti.
Dolayısıyla T.C. kurucuları; İslami
esaslara dayalı yönetim sistemini reddetmenin ve laik-demokratik cumhuriyete
dayalı yönetim sistemini kabul etmenin neticesi olarak yasalarına, yürütme ve
yargının bütün kurumlarına, ilahi sisteme karşı engelleyici, önleyici ve
yasaklayıcı, beşeri sistem olan laik cumhuriyete dönük de koruyucu ve kollayıcı
tedbirler koymuşlar ve bu istikamette şekil vermişlerdir.
Buraya kadar her şey normal
görülebilir. Bu bir tercihtir, İslam’a inanılmıyor, Müslümanlar sevilmiyor
denilebilir. Yani inkılap yapılan yerlerde inkılabı gerçekleştirenler, terk
ettikleri sisteme dönüş olmaması için tedbirler alır ve kurdukları sisteme sahip
çıkabilir, koruyabilirler. Ancak T.C. devletinin bu konuda tavrı çok farklı ve
hayli aşırı derecededir. Çok tahammülsüz ve bağnazcadır.
Evet şu ana kadar anlattıklarımız
T.C. inkılabı açısından işin iskelet boyutunu oluşturur. Bu iskelete, başta M.
Kemal Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere Cumhuriyeti kuranlar, bir de kendi
ideolojileri doğrultusunda bir libas giydirmişlerdir. KOYU DİN DÜŞMANLIĞI ve
KOYU TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ…
Devam edecek... |