Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
Bir İsrail yargıcı “O, felçli ve oturak bir adam; ama onun felçli ve oturak olmayan aklı ve dili var…” demişti Şeyh Yasin hakkında.
Yaşantısının en zor dönemlerinde dahi izzet ve onurunu korumuş biri olarak vakarıyla, işgalci İsrail’in kalbine her zaman korku salmıştı. Tavizsiz ve dik duruşu, Mü’mince bir direnişle onulmaz yaralar bıraktı İsrail’in bağrında. Buna karşın Mü’min gönülleri yediden yetmişe fetheden bir izzet bir şeref bir direniş önderi oldu her zaman.
Hayatı ve yaptıkları, bahane ve sebepler arkasına sığınanlar için her deliği tıkayan bir durumdu. Felçli ve eli ayağı tutmayan bu şahsiyetin bir ulusu peşinden sürüklemesi, özgürlüğe giden yolda azimle donatması, tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden bir olaydı.
Peki, neydi bu Pir’in öyküsü… Bu “iki intifadanın Şeyhi” nasıl bir yaşantı sürmüştü? Bilmek gerekmez mi?
Bilirsiniz! Kutup yıldızı denizciler için yol göstericidir. Onsuz yol alınmaz engin maviliklerde.
İşte işgalci İsrail’in yarım yüzyılı aşan bu zulüm karanlığında Filistin için bir yol gösterici, bir önder, bir kutup yıldızı, bir kılavuz olan Şeyh Ahmed Yasin, Filistin’in Askalan şehrinin el-Cevra köyünde 1937 yılında doğdu. Daha üç yaşındayken babasız kalan küçük Ahmed Yasin’i, annesi büyüttü. Annesinin kanatlarını gerdiği aile, ağabeyi Şihde’nin de yardımıyla 1948’de Gazze’de daha sonraları Şati mülteci kampı diye anılacak yerde meskûn oldular.
Bu göçün sebebi, aynı yılın 14 Mayıs’ında Ortadoğu’nun kalbine bir bombanın düşmesi / yani İsrail’in kurulmasıydı. Kuruluşunu ilan eder etmez Filistin’in büyük bir bölümünü işgal etti. Her yerden Gazze gibi merkezi şehirlere göçler oldu.
1952 yılında Gazze’deki İmam Şafii okulunda ilköğrenimini bitirip, er-Rihal ortaokulunda da ortaöğrenimini tamamladı. Bir yandan mülteci olmanın zorluklarını yaşarken, bir yandan da hem çalışıyor, hem de okuyordu.
Fakat 1952 yılı yaz mevsiminde bir yüzme esnasında kafası üstü düşmesi sonucunda boyun kemiği kırıldı. Tüm vücudu felç olan Ahmed Yasin, buna rağmen yılmadı. Bedensel özürlü olmayı mazeret göstermedi. Kaçmadı ve kendini eğitime adadı.
1958 yılında felçli haliyle Filistin lisesinden mezun oldu. Özel dersler alarak şahsi çabasıyla da kendini çok iyi yetiştirdi. Hayatının bu döneminde şahid olduğu Filistin’in içler acısı manzarası, üzerinde önemli etkiler bıraktı.
1955’ten beri Filistin İhvan-ı Müslimin hareketi içinde yer alan Şeyh Yasin, bir müddet öğretmenlik de yaptı. Aynı zamanda Hatiplik göreviyle de birçok camide halkı şuur ve bilgiyle donatacak, yaşanılan sürecin gerçeklerini gösterecek tebliğ çalışmalarında bulundu.
Gönlündeki ilim aşkı onu Kahire’ye sürükledi. Arap Edebiyatı ve İslam kültürü yanı sıra İslam bilimleri ve hukukunu okudu. Mısır’ın o yıllardaki durumu, ruhunda bir fırtına koparmıştı. Bir başkalaşma yaşayan düşünceleri, istikbal açısından deruni duygular yeşertti Ahmed Yasin’de. Mısır’daki eğitiminin ikinci yılı sonunda Müslüman kardeşler üzerindeki baskının daha da artması üzerine Gazze’ye dönmek zorunda kaldı. Eksik kalan eğitimini yerel âlimlerin dizi dibinde oturarak geliştirip tamamladı.
Abbasi camiinde görev alıp irşad faaliyetlerine devam etti. Sohbetleri halkın üzerinde etkili olunca, çevresindeki kitle gittikçe arttı. Önceleri yardım dernekleriyle halkın ihtiyaçlarını karşılayan sosyal faaliyetlerle başlayan teşkilatlanması, gittikçe çocuklara, gençlere ve halka eğitim açısından da yansımaya başladı. Gençlerin yetişmesini ve iyi bir eğitim görmelerini istediği için bu konudaki aktiviteleri istikbale yatırım yapma adına hızlandırdı. O, işgale direnmenin halkı eğitmekten geçtiğinin bilincindeydi.
“Müslümanlara ilme önem vermelerini tavsiye ediyorum. İlim, gelecekte bizim düşmanlarımıza karşı zafer elde etmekte kullanacağımız silahımız olacaktır. Cehaletle zafer elde edemeyiz. Dini, dünyayı ve ahireti kuşatacak bir ilimle ancak zafer elde edebiliriz” demişti bir konuşmasında. Böylelikle de eğitime önemi vurgulamıştı.
1967 yılında Filistin’in tamamı işgalci İsrail’in eline geçince, sorumluluğunun daha da ağırlaştığının idrakindeydi Şeyh Yasin. İrşad faaliyetlerine daha çok zaman ayırdı. 1965 yılındaki tutuklanmasıyla da halkın nazarında daha da tanınmış olan Şeyh Yasin, insanların gönlüne taht kurmuştu. İşgale karşı halka önderlik edecek yegâne adamdı artık.
O güne dek yaptığı derneksel faaliyetleri “İSLAM MERKEZİ” adı altında 1968’de daha kapsamlı hale getirdi. Artık adı iyice duyulmuş, tanınır olmuştu.
Birçok defa gözaltına alınıp serbest bırakıldı. İslam Merkezi kapatıldı. Fakat yılmayıp değişik çalışma yerleri açtı. Ed-Dava ve’l-Cihad, İsrail Topraklarındaki birlikler, İslam Cemiyeti Hareketi bunlardan bazılarıydı.
Bu gayretleri sonucu bağrında yeni nesil yetişiyordu Şeyh Ahmed Yasin’in. İsmail Ebu Şeneb gibi bir mühendis, Abdülaziz Rantisi gibi bir doktor ve daha niceleri onun gayretleriyle yetiştiler bu inşa sürecindeki direniş mektebinde.
1984’te o ve pek çok yardımcısı yürütülen büyük bir operasyonla tutuklandı. 13 yıla hapsedilen Şeyh Yasin’in suçu; İsrail devletini yıkarak yerine İslami bir devlet kurmaktı. Ancak tutuklanmasından 11 ay sonra bir esir değişimi girişimiyle serbest bırakıldı. Tekrar işgalci İsrail’e karşı mücadelenin başına geçti.
8 Aralık 1987’deki 1. intifadanın tamamen yeni kurmuş olduğu İslami Direniş Hareketi (HAMAS) çatısı altında filizlenmesi, ilk derli-toplu, planlı bir direniş oldu. Cebelya mülteci kampından alevlenen 1. intifada Hamas’ı ve Şeyh Yasin’i dünyaya tanıttı. İntifadanın motoru görevinde olan Şeyh Yasin’e karşı işgalci İsrail, katı davranışlarını sürdürdü. Fakat o, halkının önderi ve gözbebeğiydi. Ektiği tohumlar saçıldığı her şehirde, her evde yeşeriyordu.
Bu hakikatin farkına varan işgalci İsrail 18 Mayıs 1989’da onu yeniden tutukladı. Geniş kapsamlı olan bu tutuklama operasyonundan maksat Hamas’ı çökertmek, intifadayı söndürmekti. Fakat heyhat ki heyhat…
Bir yıl boyunca mahkemeye çıkarılmadı. Sakat haline bakılmaksızın nice işkence ve hakaretlerle sorgulandı. 3 Ocak 1990’da mahkemeye çıkarılıp 15 ayrı suçlamadan yargılandı. Fakat o bu iddialara karşılık “Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü bu mahkeme işgalciler tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanun dışıdır” dedi.
Önce duruşması belirsiz bir tarihe ertelendi. Sonra 6 Ekim 1991’de mahkemenin verdiği karar ömür boyu hapis cezası ve İsrail devletini yıkmayı hedefleyen Hamas’ı yani kanun dışı (!) bir örgüt kurması dolayısıyla da on beş yıl mahpusluk ilaveten (!) verildi.
Remle zindanında sekiz yıllık bir mahpusluk hayatı yaşayan Şeyh Yasin’le, işgalci İsrail zaman zaman gizli pazarlıklar yaptıysa da, nafileydi. Tavizsiz ve izzetli bir duruş sergileyen Şeyh Yasin hiçbir anlaşmaya yanaşmadı.
Gelişen İslami Direnişin önünü kesmek için dönemin İsrail Hükümeti, hamisi ABD himayesinde Arafat’la kısmi özerklik anlaşması imzalayarak, İslami direnişi pasifize etmek istedi.
Fakat o, bu anlaşmayı tanıdığını deklare etmesi karşılığındaki özgürlük tekliflerini elinin tersiyle itti. Yusufî bir direnişi, Yusufî bir dirilişi seçti. “Bana dışarı çıktığımda karpuz yememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini kabul etmiyorum ki, onun şartını kabul edeyim. Benim için 100 yıl hapiste kalmak, karşılığında bir takım tavizler vererek çıkmaktan iyidir” gibi izzetli sözlerle zindanı seçti. Bu sözler izzetli direnişinin belgeleridir..
Zindanın kötü şartlarında bozulan sağlığı dahi bu tutumunu değiştirmedi. Hep halkını ve direnişi düşündü.
Nitekim 30 Ekim 1997 Salı akşamı 5 gün önce Amman’daki Hamas Siyasi Birim başkanı Halid Meşale düzenlenen bir suikastla tutuklanan iki Mossad ajanına karşılık serbest bırakıldı. Amman’a tedavi edilmek üzere götürüldü. Sürgün edildiği vs. dedikodularına İsrail hükümetinden tedavisinden sonra vatanına geri dönme hakkının saklı olduğuna dair aldığı yanındaki yazılı belgeyle son verdi. Takdir tamamen onun dışında tecelli etmiş ve yine zindandan çıkıp halkının başına geçmişti.
O, Amman’a tedavi için götürülürken hasta yatağında “Bu vatana sahip çıkma konusunda asla gevşeklik göstermeyin. İşgalciler sizin en ufak zaafınızı kendi sinsi politikaları için kullanabilirler, buna fırsat vermeyin” mesajını vermişti.
Tedavisinden sonra Gazze’ye dönüşünün ardından direnişin manevi liderliğini devam ettirdi. Fakat bu yılmaz kişiliğiyle o, tüm Filistin’in manevi lideri olarak kabul ediliyordu. Kutsal mücadelenin önderi olan bu Pir-i İntifada yerel özerk yönetimden de çeşitli zorluklar gördü. Arafat yönetimi onun yükselen önderliğinin önünü kesmek için onu ev hapsinde tutmayı denediyse de başarılı olamadı. Halkın galeyana gelmesinden çekinip evine yaptığı ablukayı kaldırdı.
2000 yılının 28 Eylül’ünde Şaron’un Mescid-i Aksa’yı ziyaretiyle fitili tutuşturulan ikinci intifadanın da Hamas’ın kontrolünde önlenemeyecek boyutta gelişmesi, Şeyh Yasin’i; “iki intifadanın Şeyhi” olarak tanıttı. Zira Hamas hem direniş grupları arasında birlik ve beraberliği sağlayan aktivitesi hem de işgale karşı verilen mücadeleye öncülük etmesiyle kitlesel destek elde etmişti. Çünkü direnişin en önemli boyutu da bu iki unsuru mezceden bir fonksiyonu sürdürmekti. Birlik, beraberlik ve öncülük…
10 Eylül 2003 günü yardımcılarından Mahmud Zahar’ın evine işgalci İsrail’in düzenlediği bombalı saldırı sonucu oğlu Abdi şehid olmuştu. Sevdiklerinden Salah Şahade, Yahya Ayyaş, İsmail Ebu Şeneb, gibi şahsiyetlerin de birer birer kanatlanıp ebediyet âlemine, suikastlarla uçmaları, onun halet-i ruhiyesini farklılaştırmıştı. Manevi bir terakkinin zirvelerinde yaşıyordu hayatının son demlerinde.
22 Mart 2004 yılının sabah namazında İsrail’in hamisi ABD helikopterleri olan Apaçilerden atılan füzelerle cami çıkışında şehadet mertebesine ulaşan Şeyh Ahmed Yasin, geride bu kanlı cinayete şahid parçalanmış tekerlekli sandalyesini bırakmıştı.
Daha önceleri de bir iki suikast girişimine maruz kalan Şeyh Yasin Allah’ın lütfuyle kurtulmuştu. Son yıllarda ise sürekli işgalci devletin takibi ve gözetimi altındaydı. Buna rağmen halkla iç içe olmaktan çekinmiyor ve halktan kopmuyordu. Kitlelerle iç içe olan manevi bir liderin şehadeti şerha şerha kan verdi Filistin’in mazlum ve mustazaf halkına, can verdi.
Nitekim Şeyh Yasinden bir ay sonra Rantisi’nin şehadetinin de bereketiyle uğruna Şeyh Yasin’in hayatını adadığı bu şuur ve bilinç sonucu, geçen ay yapılan Filistin ulusal seçimlerinde Hamas birinci olarak çıktı. Bu gerçeğin altında şehid kanlarıyla sulanan ve serpilip gelişen bir direniş ve onun bereketi yani hayatlarıyla da ölümleriyle de örnek ve ölümleriyle dirilişe vesile olan önderler vardır.
Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerlerine / üzerimize olsun.