Bınavê Xuda
90’lı yıllardan beri Hizbullahi hareket üzerine, hemen her kesimden yazmayan, çizmeyen, eleştirmeyen , değerlendirme yapmayan ….vs kalmadı. Bütün bunların tarafsız ve objektif yapılmadığı ise şüphe götürmez bir gerçektir. Hem rejimin, hem PKK’nın, hem rejimin en etkili güçlerinden Medya’nın Hizbullahi harekete düşmanlığı açıktır. İslamcı bilinen bazı kesimden de yapılan eleştiri ve değerlendirmeler dostça olmadığı gibi, bazen düşmanlıklarını açıkça izhar edenlerinkinden de öteye geçtiğine hepimiz şahit olduk.
Her ne kadar geç kalınmış bir çalışma olsa da, asla propaganda maksadını taşımadan, sadece gerçekleri ortaya koymayı ve objektif bir değerlendirme yapmaya çalışacağımı, İslam davasına gönül vermiş ve taraftarı olmakla beraber gerçekleri tarafsızca ele alacağımı, afâki bilgiler yerine somut ve müşahhas kriterleri esas alacağımı taahhüt ederim. Hiçbir hakkın ihlal edilmemesi için bazı bilgileri yorum şeklinde vermeye çalışacağım. Bununla beraber olaya, gerektiğinde felsefe ve mantık yönünden yaklaşarak bazı tahliller de yapmaya çalışacağım. Maksadım; meseleye çok farlı açılardan bakarak geniş bir perspektifte ele almaktır.
Asıl konumuz, rejim güçlerinin Hizbullahi harekete karşı derinden verdiği mücadelede gayri ahlaki ve gayri hukuki yol ve yöntemleri ortaya koymakla beraber, taalluk ettiği için cemaate düşmanlık yapıp savaş açan PKK’nın de sebep olduğu ve bizatihi başvurup pratize ettiği yöntem ve tutumunu da ele almadan geçemeyeceğim. PKK’nın Hizbullahi harekete ve aynı zamanda bölgedeki cemaat mensubu olmayan mütedeyyin Müslümanlara verdiği zarar, rejim güçlerinin verdiği zarardan çok değilse, az değildir. Bu düşmanca tavırlarını sürdürdüklerini ve Kemalist rejim güçlerine İslam’a ve Müslümanlara karşı ittifak kurmak için yaptıkları çağrılar ve ısrarcı tavırları herkesçe aşikârdır. PKK, kamuoyu önünde resmi ağızlardan aleni olarak bu çağrıları yapmakta bir beis görmediğine göre, perde arkasından yaptıkları girişimleri ve gösterdikleri gayretleri de artık siz kıyas edin.
Hizbullahi cemaatin kuruluşundan başlayarak meseleyi ele almaya çalışalım.
1980’li yıllara gelindiğinde bölgemizde İslami kesimin içerisinde bulunduğu durum, iç açıcı bir manzara arz etmiyordu. Rejimin müsaade ettiği ve kontrol ettiği sınırlar içerisinde dernek, vakıf vb yapılanmalar etrafında mücadele verdiklerinden beklenen başarıyı bir türlü yakalayamıyorlardı. Bu nedenle derin bir özeleştiri ve arayış içerisine girmişlerdi. Netice itibariyle mücadelede kullanılan yol ve yöntemlerin yanlış ve İslam’ın asıl metot ve yöntemleri ile uyuşmadığı kanaatine varılmıştı. Ancak bu süreçte hararetli tartışmalar yapılmış ve bu tartışmalardan sonra İslami kesim içerisinde düşünce ayrılıkları ortaya çıkmıştı.
O zamana kadar mücadelede başvurulan yol ve yöntemlerin yanlış olduğuna, cemaatsiz İslami mücadele verilemeyeceği kanaatine varan cemaat rehberi ve hareketin ilk kadroları, detaylı bir araştırma ve hazırlık döneminden sonra, 1979 yılında Hizbullahi cemaati kurdular. Resûlullah (sav)’ın davet metodu esas alınarak “gizli davet ve gizli örgütlenme”, yerine göre de “açık davet ve gizli örgütlenme” stratejisi ile çekirdek kadroları ve az sayıdaki ders halkaları ile mücadele sahnesine çıkan Hizbullahi hareket, yoğun faaliyetleriyle Kürdistan’ın en ücra köşelerine kadar daveti götürüp örgütlenme çalışmalarını sürdürdü. Kuruluşunun üzerinden henüz iki yıl geçmemişken 12 Eylül askeri darbesi yapıldı. Türkiye’deki legal ve illegal bütün siyasi hareket ve örgütlere ağır darbeler vuruldu. İslami grupların geneli illegal ve güçlü bir altyapıya sahip olmadıkları için aldıkları ağır darbelerle dağılma sürecine girdiler. Cemaat ise gizli davet ve gizli örgütlenme ekseninde mücadele verdiğinden bu süreci en az zararla atlattı. Darbe sonrası zorlu süreçte de gizliliğe önem verdiğinden varlığını koruyabilmiştir. (1)
Cemaat, Kürdistan’da varlık gösteren İslamcı veya milliyetçi hiçbir örgüt ve oluşum ile “karşı karşıya gelmeme, hedef almama ve çatışmama” ilkesini benimseyerek mücadele verdi. Bu hassasiyeti, karşısındaki örgüt ve gruplardan görmediği halde, bu prensibine bağlı kalarak tahriklere kapılmadı.
Hizbullahi cemaatin kuruluşu, tarihi ve mücadele sahnesine çıkışı bu şekilde iken (daha fazla bilgi için “Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Kesitler/ İ. Bagasi” adlı kitaba başvurulabilir.) ve 1990 yılına kadar PKK ile hiçbir çatışmaya girmemişken, bu cemaatin PKK’ ye alternatif olarak ve onun etkisini kırmak için başka güçler tarafından kurulduğunu iddia etmenin ve bu safsata iddiada ısrar etmenin ne kadar gülünç ve tutarsız olduğu ortadadır. 12 Eylül askeri cuntasının İslam’a düşmanlığını bilmeyen yoktur. Eğer “gizli davet ve gizli örgütlenme” ilkesi doğrultusunda mücadele verilmeseydi, İslam düşmanı askeri cuntanın bu hareketi yaşatması veya müsamaha göstermesi düşünülebilir mi? Kürtleri inkar politikası güden cunta rejiminin, Kürtleri yok etmek için bahane ve gerekçe olması açısından PKK gibi silahlı ve terörist bir örgütü piyon olarak kullanarak hem Kürtleri hem de İslami hareketleri tasfiye yoluna başvurması muhtemel olasılıklar arasında düşünülebileceği gibi mantığa da uygundur. Her ne kadar başkaları bu iddiada bulunup delillerini ortaya koyup örneklendiriyorlarsa ve PKK’nın pratiği bu şüpheleri güçlendiriyorsa da bizim böyle bir derdimiz ve saplantımız yoktur, tarafımızdan olup bitenler malumdur.
İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde sahipsiz kalmayan İslam, kıyamete kadar da sahipsiz kalmayacaktır. Böyle köklü bir geçmişe sahip bu dinin müntesipleri, tarihin her döneminde onun misyon ve hedeflerine göre mücadelesini vermiş, gerekliliklerini yerine getirmişlerdir. Tarih boyunca İslam düşmanları ve onların İslam ümmeti içerisindeki yardakçıları, böyle köklü bir mücadele tarihine sahip olan İslam’ı tahrif edip siyasal ve sosyal hayattan uzaklaştırmak için gösterdikleri gayretler hiç bir zaman azalmamıştır. Laik demokrasi ile materyalist sosyalizmin taraftarları bu ideoloji ve sosyal düzenlerini Müslümanların memleketinde hakim kılmak için, zulüm, baskı, dayatma ve her türlü gayri ahlaki ve gayri meşru yollara başvurarak ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır. Halkımız bu sürecin son 40-50 yılına şahittir. Tarihi yönden olaya baktığımızda, Hz. Ömer (ra) döneminde İslam topraklarına dahil olan memleketimizde ve yüzyıllarca İslam’a büyük hizmetlerde bulunan milletimizin içine sokulan gayri İslami ideoloji ve akımların yabancı menşeli, dinimize, örf ve ananelerimize aykırı olduğunu görmekteyiz. Buna göre; acaba, bu yabancı menşeli fikir ve onların savunucuları mı sonradan milletimize ve memleketimize dahil edilmiş ve alternatif olarak sunulmuştur, yoksa 1350 yıldır uzaklaşmadığı İslam ve İslami hareketler mi?
Kemalist rejim, hile ve entrikalarla kurulup başa geldiği ilk günden itibaren halk tarafından kabul görmemiştir. Bu ceberut düzen, iktidarını muhafaza edip devam ettirebilmek için türlü türlü komplo ve entrikalara başvurmuştur. Sağ-Sol çatışması çıkartma, sağı solla, solu sağ ile dengeleme, muhalif kavimlere karşı faşist-milliyetçi grupları üretip destekleme, komplo ve provokasyonlarla muhaliflerini ortadan kaldırma gibi başvurduğu bir çok yönteme örnekler verebiliriz. Türkiye’de gerek Kürtler içerisinde ve gerekse Türkler içerisinde pratize edilen böyle bir dengeleme politikası uygulanmıştır ve halen de uygulanmaktadır. Kendisine muhalif hareketlerin gücünü dağıtmak ve parçalamak için rejimin çok yönlü planları vardır.
Türkiye’de böyle bir dengeleme politikasının varlığına dayanarak kamuoyu ve medyada kendilerine “uzman” (!) diyen ve bazı etiketlerle tescil ettirmeye çalışanların, ellerinde hiçbir kanıt ve bilgi olmadan sadece mantık yürüterek Hizbullahi hareketi böyle bir politikanın aracı olarak yorumlayıp değerlendirmeleri, başlı başına bir mantıksızlık ve büyük bir çelişkidir. Farazi olarak böyle bir mantık yürütme yoluna gidilse dahi Hizbullah’ın böyle bir politikada araç olarak kullanılması değil; böyle bir politikanın Hizbullah’a karşı uygulanması gerekir ve mantıklı olanı da budur. Nitekim rejim, Hizbullahi harekete karşı böylesi yollara başvurmuştur. Bunlar delilleri ile birlikte ileriki bölümlerde verilecektir.
Selam ve dua ile… Said GABARİ
(1)- Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Kesitler/ İ. Bagasi” adlı kitaptan derlenmiştir
|