Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
REJİM’İN HİZBULLAHİ HAREKETE KARŞI DERİNDEN MÜCADELESİNİN KARANLIK VE KİRLİ PERDELERİ - 17 / SAİD GABARİ
Hizbullahi Hareket Mensuplarına Uygulanan İşkence, Kaçırma Ve Yargısız İnfazlar:
Bınavê Xuda
1991’den itibaren günümüze kadar 10.000’den fazla Müslüman, cemaat mensubu iddiasıyla gözaltına alınmıştır. 2004 yılına kadar gözaltı süreci ve süresi hususunda güvenlik ve istihbarat bi-rimlerinin hiçbir sıkıntıları yoktu. İstediği kişiyi istediği kadar (resmi veya gayri resmi bir şekilde) gözaltında tutabiliyordu. Aynı şekilde gözaltında işkence yapma hususunda da hiçbir zaman endişe duyulmadığı gibi tereddüt de edilmemiştir. Mahkemeler tarafından engellemelerle karşılaşılmadığı gibi ahenk içerisinde uyumlu ve ortak olarak aynı anlayış içerisinde bir süreç uygulanıyordu. Bu gerçeklere yüzlerce örnek verebiliriz.
Bu dönemlerdeki gayri hukuki ve gayri insani uygulamalar herkesçe malumdur. Bunun sohbe-tini yapmak bile anlamsızdır. 1991-2004 yılları arasında cemaat mensubu diye gözaltına alınan Müslümanlara işkencelerin akla gelebilecek her çeşidi ve en alası yapılmıştır. Gözaltı süreçleri 30 gün 40 gün uygulanmış çoğu zaman gözaltına almalarda resmi prosedür uygulanmamış, tamamen keyfi bir yöntem izlenerek istedikleri zaman resmi prosedüre başvurulmuştur. İşkencelerin şiddetinden psikolojik travmalar geçirenler, sakat kalanlar, kalıcı hastalıklara yakalananlar olduğu gibi haksız yere işinden gücünden olanlar, yıllarca suçsuz yere zindanlarda tutulanlar, mağdur edilen aileler ve daha nice zulümler ve haksızlıklar yaşandı. Eğer bunlar yazılırsa yüzlerce cilt tutar.
2004 öncesi dönemde güvenlik ve istihbarat birimlerine bağlı ekipler ve bunların işbirlikçisi çeteler, istedikleri kişiyi hiçbir hukuki gerekçe göstermeden gelişi güzel evinden, işyerinden, sokak-tan veya caddeden sivil araçlara bindirir ve gözlerini bağlayarak götürürlerdi. Eğer soranı olur veya birileri tarafından görülmüş ise gözaltı süreci erken bir şekilde resmiyete dökülürdü. Yok eğer kimse görmemiş, okul okumak için bulunduğu yere gelmiş, kimsesi yanında yoksa o zaman bu süreç tamamen keyfiliğe bırakılır ve canları istediği kadar gözaltında bulundurduktan sonra resmi prose-dürlere başvurulurdu. Şayet soranı veya soruşturanı yoksa ve kimse de alınmasından haberdar ol-madan kaçırılmış ise durum çok daha vahim bir şekilde sonuçlanabiliyordu. Buna birkaç örnek ve-relim!
A. Selam İrdem: 19-20 yaşlarında nazik bir cevan, liseyi bitirmiş Dicle Üniversitesi Fen Fak’ı kazanmış ve kaydını yaptırmıştı. Çok zeki ve çok çalışkan bir insan. Ekim 93’te Diyarbakır’ın so-kaklarında polis tarafından kaçırılır. Günlerce haber alınmaz. Nihayet bu isimde bir gencin hastane morgunda olduğu haberi bir gazeteye yansır. Bunun üzerine ailesi gelir cesedi almak ister. Binbir zorlukla cesedi alınan A. Selam’ın vücudunda ağır işkencelerin izleri bulunur. Düzmece bir rapor düzenlenmiş ve gözaltında iken kendini boğmuş diye basit bir tutanakla dosya rafa kaldırılmış. Oysa A. Selam, o nazik bedeniyle vahşi işkenceler altında direndiği ve teslim olmadığı için işkencecileri kudurtmuştu. Bütün işkencelerine rağmen ondan bir şey alamayınca onu şehid etmişlerdi.
Murat Bilik: o da A. Selam gibi üniversiteli bir genç Müslüman. Aralık 95’te Diyarbakır’da sokaktan kaçırıldı. Ondan da günlerce haber alınmadı. Daha sonra cesedi 7 katlı bir apartmandan atılmış olarak bulundu. Cesedi üzerinde yapılan incelemeler ise apartmandan düşmekle hiçbir alakası olmayan işkence izleri bulundu. Anlaşıldığı kadarıyla günlerce işkence edilmiş ve işkence altında infaz edildikten sonra cesedi apartmandan atılmıştı. Polis ise hakkında tuttuğu tutanağa “yer göstermek için apartmanın 7. katına kendilerini götürdüğü ve bu esnada kendini apartmandan attı-ğını” ifadesini düşmüşlerdi. Onlar için o kadar basitti.
Şahin Bünül: Diyarbakır’da sorumluluk yapan değerli bir Müslüman. Muhtemelen onu tanıyan hain bir itirafçı onun bilgisini vermiş ve konumunu söylemiştir. Bu Müslüman sokakta serseri ve ayyaşlardan oluşan bir grubun saldırısına uğrar ve satırlarla, bıçaklarla yaralanır. Hastaneye kaldırılan Şahin’in bilinci yerinde ve yaraları da çok ağır değildir. Akrabalarına saldırganları tanıdığını söyler. Polis ise yoğun bir kontrole alarak ameliyata aldırır ve hemen sonra doktor onun öldüğünü söyler. Kader Allah’ın elindedir ancak aldığı yaralar ölümcül yaralar değildi. Hem o esnada hem de daha sonra elde edilen bilgilerle Şahin’in yarım kalan işinin hastanede bitirildiğidir. Hem cemaatin sorguladığı işbirlikçilerden hem de cemaat dışında bazı kanallardan Şahin’in cezaevinden alınan bazı itirafçılar ve polise bağlı serseri ve ayyaş çeteleri tarafından saldırıya uğradığı yönünde somut bilgilere ulaşıldı. İşin perde arkasında ise çok daha sinsi gayeler güdülmüştür. Planda Şahin şehid edilecek ve cemaat tarafından vurulduğu şayiası yaydırılacaktı. Bu vesile ile cemaatte konum sahibi olan bazı yakın akrabalarıyla cemaatin arasının açılması hedeflenmişti. MİT ile çalışan bir muhbir, planın MİT tarafından tasarlandığını söylemiştir.
Cemal Uçar: Polis, Cemal’in kayınlarını takibe alarak Kasım 99’da izine ulaşır. Onu, D. Ba-kırda oturduğu binaya gelinceye kadar takip ederler. Ardından oturduğu binanın önünde taksilerle bekleyip pusu kurarlar. Cemal’in kapıya çıktığı bir anda üzerine çullanarak onu kaçırırlar. Cemal onlarla boğuşmasına ve beni kaçırıyorlar diye yüksek sesle bağırmasına, sesini birilerine işittirmeye çalışmasına rağmen, ellerinden kurtulamaz. Daha sonra bu boğuşması ve bağırmasından cemaat ha-berdar olmuştu. 36 gün boyunca kendisinden hiç haber alınamadı. Onu kaçıran ekip günlerce kendi-sini işkenceden geçirdikten sonra gece yarısı onu bir caddeye bırakırlar. Onların hemen ardından bir resmi polis otosu gelir ve onu gözaltına alarak emniyet binasına götürürler. 10 gün de orada gözal-tında kaldıktan sonra mahkemeye çıkarırlar. Cezaevine gönderildiği ikinci gecede infaz edildi. Kendi kendini astığı yönünde de tutanak tutuldu ve basına haber verildi. Halbuki vücudunun bir çok yerinde vahşice yapılan işkencelerin izleri ve yaraları mevuttu.
İşin garip bir tarafı da; bu değerli Müslümanlar hakkında tutulan tutanaklara “kendini boğmuş, kendini asmış, kendini apartmandan atarak intihar etmiş” gibi İslam’a göre caiz olmayan saçma iba-reler kullanılmış. Oysa bu Müslümanlar Allah’tan korkan, şuurun, ihlasın ve takvanın zirvelerinde olan insanlardı. Bu ithamlar, dininden bihaber kişiler hakkında kullanılsa normal karşılanır. Ancak böylesi şahsiyetler hakkında bu basit ifadeleri kullanmak bile basitliğin daniskasıdır.
Başvurdukları başka bir taktik de; bölgeden sürmek, davadan uzaklaştırmak veya işbirliğine razı etmek için kaçırma yöntemidir. Tespit ettikleri ve konumunu öğrendikleri Müslümanları kuytu köşelerde kimse görmeden kaçırıyorlardı. Kimi zaman şehrin kenar semtlerine, kimi zaman köy yollarına kimi zaman da dağlara götürüp kendilerine “senin konumun budur, seni tanıyoruz, istesek şimdi seni gözaltına alıp dosyanı hazırlarız ve idam cezası alırsın. İstesek seni burada rahatlıkla infaz eder ve cenazeni bir kenara atarız. Ya bizimle çalışırsın, ya bu davayı terk edersin yada bu bölgeyi terk edersin. Bunlardan birini kabul etmezsen istersen seni burada infaz edelim, istesen de seni gözaltına alıp hemen salıverelim ve alttan da bizimle çalışmayı kabul ettiğin için bıraktığımız haberini uçuralım böylece cemaatin kendisi seni infaz etsin” diyerek güç seçeneklerle karşı karşıya bıra-kıyorlardı.
Yukarıda isimlerini verdiklerimizden ayrı olarak: Nusaybinden; M. Ata Zengin, Gaib, Kudbeddin, Hüseyn Demirel, Silvan’dan; Celal, Adıl Yeşilbağdan, Batman’dan M. Nur, Gercüş’ten Molla Giyaseddin Barlak,… ve isimlerini burada zikretmediğimiz daha onlarca Hizbullahi hareket mensubu polis ve jandarmanın kurşunlarıyla şehid edilmiştir. Bunlara ilaveten derin devlete bağlı çeteler tarafından onlarca Müslüman şehid edilmiştir. A.H adlı Jitemci bunlar hakkında bir kısım bilgileri vermişti. Bütün bunlar 2000 öncesi vuku bulmuştur. 17 Ocak 2000 Beykoz operasyonu sonrası yeni dönemde, Polis ve Jandarma tarafından yapılan yargısız infazlar ise başka bir bölümün konusudur.
Yapılan ajan ve muhbir sorgularından anlaşıldığı kadarıyla piyasadan çekilen bir çok Müslü-man’ın kaçırılması planlanmış ve ulaşmak için akrabaları takibe alınmıştır. Ayrıca ajan ve işbirlikçilere de aradıkları kişilere ulaşmaları için talimatlar verilmiştir.
Rejimin derin devletine bağlı karanlık güçler, derinden verilen bu mücadelede köşeye sıkıştıkça daha da hırçınlaşıyor ve kuduruyordu. Köşeye sıkışmanın karşılığı olarak işkenceleri arttırıyor, kaçırmalara hız veriyor ve baş edemediklerini infaz ediyordu. Kaçırılan ve türlü türlü işkencelere tabi tutulanlar sadece örneklerini verdiklerimiz değildir. Daha onlarca örnek verebiliriz. Ortam ve şartlar böyleyken bunları görmeyen ve haberi olmayan bazı kör ve sağır zavallılar sadece mantık yürüterek Hizbullahi hareketi karalamaları ve itham etmeleri sadece ve sadece basitliktir. Hâriçten gazel oku-mak kolay olduğundan bazı zavallıların işine yarıyor.
Bu uygulamalar 2004 yılına kadar acımasızca sürdürüldü. Ondan sonra güya AB uyum yasaları çerçevesinde bazı düzenlemeler yapıldı. Ve bu uygulamalara bir süre ara verildi. Bu rejim istediği an tekrar aynı uygulamalara başvuracaktır. Nitekim zahiren görünen yumuşamanın altında çok daha sinsi ve yıkıcı yöntemler uygulanmaktadır.
Bir sonraki bölümde inşallah başka konuları ele alacağız.