Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
REJİM’İN HİZBULLAHİ HAREKETE KARŞI DERİNDEN MÜCADELESİNİN KARANLIK VE KİRLİ PERDELERİ -5 / SAİD GABARİ
Bınavê Xuda
Kürdistan bölgesinde, Kürdlerin birbirleri ile çatışmaları elbette ki en çok rejimin işine yarayacaktı. Hizbullahi hareket bunu bildiğinden, engellemek için çok çaba sarfetti. Ancak gösterdiği bütün çabalara rağmen bu çatışmaların önüne geçmeye muvaffak olamadı. Çatışmalar yayılınca rejim güçleri, eline geçen fırsatın değerini anladı ve buna dört elle sarıldı. Bu fırsatı çok iyi değerlendirecekti. Bir taşla birden çok kuşu vuracaktı.
Birincisi: Hizbullahi hareket PKK saldırılarına direndikçe gücü ortaya çıkacak, o güne kadar bu güçten habersiz olan devletin güvenlik ve istihbarat birimleri, bu gücü tanıma fırsatını bulacaktı.
İkincisi: Çatışmaları körükleyerek her iki gücün birbirleriyle uğraşmasını sağlayacak ve böylece bu örgütlerin güçleri zayıflatılacaktı.
Üçüncüsü: Bölgede estirdiği terör faaliyetlerini rahatlıkla icra edebilecek ve bu faaliyetlerini rahatlıkla örtebilecekti. Çünkü çatışma ortamında yapılan her olay neticede iki taraftan birine mal edilebilecekti.
Gerçekten PKK ile sürtüşmeler başlamayıncaya kadar devletin güvenlik ve istihbarat örgütleri, Hizbullahi hareket hakkında somut ve müşahhas bir bilgiye sahip değildi. Hem hareketin takip ettiği gizli örgütlenme metodu hem de o güne kadar yaptığı faaliyetler davet ve tebliğden ibaret olduğu için zaten devlet güçleri ile karşı karşıya gelecek bir vakıası olmamıştı. Rejimin İslam’a olan düşmanca tavrından dolayı İslami faaliyetlere müsamahası hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Bu nedenle İslami faaliyetlerden dolayı yakaladığı bazı Müslümanları somut olarak kayıtlarda belirlenmiş bir örgüt ismi olmadığından bu Müslümanları PİK (Partiyâ İslamiya Kurdistan) örgütüne üye olmaktan yargıladılar. Daha sonra çatışmalar başlayınca direnen Müslümanlar, kendileri, işyerleri ve evleri saldırıya uğradığından deşifre oluyorlardı. Güvenlik ve istihbarat güçleri öncelikle deşifre olan Müslümanları tek tek fişlemeye başladı. Müslümanların güçleri ortaya çıktıkça da devletin bu güçleri daha çok işin üzerine eğilmeye ve hakkında bilgi toplamaya çalıştı. O dönemde edinilen bilgilere göre bölgede hangi suçtan yakalanırsa yakalansın gözaltına alınan hemen herkesten Hizbullah ile ilgili bilgi alınmaya çalışılıyordu. Bu çatışmalar esnasında PKK, sadece ve sadece bazı Müslümanların evlerini ve şahıslarını deşifre maksatlı saldırılar yaptığı gibi, gözaltına alınan mensupları da Hizbullah hakkında ne biliyorsa hepsini polise anlatmakta ve yardımcı olmakta bir sakınca görmüyorlardı.
O dönemde Müslümanlar çok zor şartlar altında direniyorlardı. Bir yandan acımasızca üzerine gelen mülhid örgüt, öbür taraftan rejimin güvenlik ve istihbarat güçlerine karşı kendini muhafaza etme gayretleri. İki ateş arasında iki cepheye karşı varlığını muhafaza çabası içerisindeydi.
Hizbullahi hareket hakkında yorum ve değerlendirmelerde bulunanların insafsızca yaptıkları bir karalama ve ithama da değinmeden geçemeyeceğim. Hizbullah’ın devlet destekli olduğu veya devlet tarafından oluşturularak PKK’ya karşı kullanıldığı iftirası o kadar yapıldı ki “gerçek ortaya çıkıncaya kadar, yalan çoktan yerini bulmuş” misali bu karalama maksatlı iftira da zihinlerde adeta yerini aldı. Bu iftira ve karalamaların kaynağını ortaya çıkaracağız, ancak çatışmaların başlama şekline ve sonrasına bakıldığında, zerre kadar akıl ve izandan nasibini alan herkes, bunun karalama maksatlı bir iftira olduğunu anlar. Bakın çatışmalar başladıktan sonra Hizbullah’a yönelik yapılan eylemlerin hiç birinde tetikçiler yakalanmadığı gibi devletin güvenlik güçleriyle de karşılaşmamışlardır. Buna mukabil Hizbullah tarafından yapılan eylemlerde çoğu zaman devletin güvenlik güçleri ile de çatışmaya girilmiş ve bu çatışmalarda onlarca Hizbullahi genç şehid olmuş ve onlarcası da yakalanmıştır. Bunların sayılarını verebileceğimiz gibi bölgenin her tarafında da bu olaylar olmuştur. Bununla beraber kendilerini savunmak için nöbet tutmak zorunda kalan Müslümanlar, çoğu zaman güvenlik güçlerinin yaptığı baskınlarla silahlarıyla birlikte yakalanıp cezalandırılmış ve zindanlara atılmışlardır. Sürtüşme ve çatışmaların başladığı 1990’lı yıllardan itibaren hiçbir zaman zindanlardan Cemaat mensupları eksik olmamış ve her geçen gün sayıları artmıştır. Yani işin iç yüzüne objektif bir şekilde bakıldığı zaman meselenin tersinden yansıtıldığı ve süreç boyunca Hizbullahi hareket tanındıkça daha çok baskıya uğradığı, üzerine gidildiği ve operasyonlara maruz kaldığı görülecektir. Öbür yandan PKK’nın medya başta olmak üzere her türlü imkânlarıyla sürekli Müslümanları devlete ispiyon edip, deşifre ettiği, tahrik edip saldırttığı, gazetelerinde Müslümanlara ait bazı evlerin adres ve fotoğrafları yayınlanarak bu Müslümanların kimliği deşifre edildiği, bizatihi onların yandaş ve mensupları tarafından karakollara şikâyet edildiği, polis ve askerin önüne düşüp onları Müslümanların ev ve işyerlerine götürdüğü, JİTEM ve polis ile çalışan elemanları vasıtasıyla ihbar ettiği… hususunda yüzlerce somut örnek verilebilir.
Devletin güvenlik ve istihbarat birimleri; JİTEM, MİT ve polis hiçbir hukuki ve kanuni yol ve kural tanımadan, her yola başvurmayı meşru görerek akla gelebilecek her türlü metoda başvurdu. MİT daha çok istihbaratla uğraşırken, JİTEM ve Polis (Polisten maksat; Polis istihbaratı ve Terörle mücadele şubesidir) hem istihbarat hem de operasyonel olarak faaliyetler gösterdi. İşbirlikçi ajan, korucu ve itirafçılardan oluşturduğu ekiplerle faaliyet gösteriyordu. Bu ekipler o kadar çok azıttılar ki üstleri bile onları kontrol etmekte zorlanır oldular. Üstlerinden bir görev talimatı gelmediği zamanlarda bu çeteler kendi inisiyatifleri ile gasp, soygun, cezalandırma, haraç, kadın ticareti, uyuşturucu, esrar, silah kaçakçılığı ve buna benzer kirli işler yaparak hem satıp hem de yakalatma yoluyla malı tekrar elde eder, cezaevi ile tehdit ederek bu sefer ekstradan maddi menfaatler sağlama yoluna başvurdular. Bunların terörü daha çok korkutucu ve tehlikeli boyutlara vardı.
Devletin bu karanlık güçleri PKK-Hizbullah çatışmasını körüklemek maksadıyla her iki tarafa karşı da eylemlerde bulunmuştur. Sorgulanan JİTEM, polis işbirlikçi ve tetikçileri bu çerçevede onlarca eylem yaptıklarını itiraf ettiler. Bu bilgiler Hizbullah tarafından sorgulanan bu çetelerin elemanları tarafından verilmiştir. Edindiğim bilgilere göre bunlar arasında A4 boyutunda 2000 sayfadan fazla bilgi verenler de olmuş. Bunlar, çatışmaların olduğu yerlerde çatışmaları alevlendirmek, olmayan yerlerde de çatışmayı başlatmak maksadıyla eylemler yapmışlardır. Bu eylemlerde genellikle itirafçı ve işbirlikçiler kullanılmıştır. Devletin eline geçen sorgu kasetlerinde bunlar mevcuttur. Bir iki tanesi mahkemelere ve basına yansıdı. Özellikle her iki taraftan da vurulmaları kolay ve risk taşımayan eylemlerin çoğu bu çeteler tarafından yapılmıştır. Batman, Silvan, Diyarbakır başta olmak üzere bölgenin her tarafında bu yollara başvurulmuştur. Bunlara birçok örnek verilebilir. Örneğin; Tatvan’da bu çatışmayı başlatmak için Mele Gıyaseddin Barlak’ın şehid edilmesi olayı. Bu olayda Hizbullah davasından yargılanıp cezaevine konulan ve orada ajanlaştırılmış olan biri ile PKK’den itirafçı olan bir kişi görevlendirilmiş, olay günü sivil polisler tarafından adı geçen kişiler cezaevinden alınarak kendilerine eylem yaptırılmış ve akabinde birkaç ay sonra aynı şehirde bir kaç PKK elemanı yakalanıp olayın failleri diye mahkemeye sevk edilmişlerdir. Yine Diyarbakır’da öldürülen Musa Anter ve Vedat Aydın gibileri hep aynı mihraklar ve çeteler tarafından vurulmuşlardır. Bu olaylarla ilgili olarak JİTEM elemanlarının yaptıkları itiraflar basına yansıdı.
Denilebilir ki, yapmadığı halde kendisine mal edilen bu tür olaylara karşı Hizbullah niye sessiz kalmıştır? Bu gün itibariyle olaya bakıldığında bu soru yerinde bir sorudur. Her ne pahasına olursa olsun böylesi eylemlerle alakasının olmadığını ilan etmesi faydasınadır diye düşünülebilir. Ancak o günün şartlarında, sıcak bir çatışmanın yaşandığı bir esnada böyle bir açıklama ne kadar isabetli olurdu? Ne şekilde algılanırdı? Ayrıca tamamıyla illegal olan ve kendisini kamuoyuna ilan etmeyen bir yapıda bulunması bunu mümkün kılmıyordu. Çünkü ilan, beraberinde pek çok şeyi de getirir. Kaldı ki, bu çatışmanın önlenmesi için Hizbullah, yaptığı girişimlerde bunu PKK tarafına açıkça bildirmiş, çatışmanın başlaması durumunda bunun lokal olmaktan çıkıp bölge geneline yayılacağını, rejim güçlerinin bundan istifade edeceğini bildirmişti. Ama dinleyen kim?...
Bu çatışmanın durma noktasına geldiği bir dönemde PKK’nın içinden bazı odakların çatışmayı uzatmak için eylemlere giriştiği de bir gerçektir. Susa cami katliamı böyle bir girişimin neticesidir. JİTEM ve polis kurduğu çeteler vasıtasıyla bizatihi bu çatışmayı körüklemek maksadıyla eylemler yaparken, bir yanda da içine sızdığı PKK’yı da kullanarak gayelerini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Gelecek yazımızda çatışmalı ortamdan istifade yoluna başvuran polis ve JİTEM çetelerinin faaliyetlerini yazmaya devam edeceğiz.