Allah’ın
adıyla!
Sonuç
Hizbullah
Cemaati 80’li yılların başından itibaren taban kazanma çalışmalarına başlamış,
1991-1995 yılları arasında PKK ile çatışmıştır.
Hizbullah Cemaatinin militan kimlik profili, örgütle mücadele stratejilerinin
geliştirilmesinde önemli ipuçları vermektedir. Ciddi kararların rasyonel bir
süzgeçten geçirilmeden daha çok aile dışı faktörlerin etkisiyle verildiği
gençlik döneminde, bir de anne-baba rehberliğinden mahrum olma durumu, gençlerin
örgütlerin ağına düşme ihtimallerini yükselttiği görülmektedir.
Bir diğer konu da Cemaatin dini eleman devşirmede etkin bir kullanım alanı
haline getirdiği gerçeğidir. Örgütün kullandığı din kurumu aynı zamanda bu tür
örgütlerle mücadelede çok önemli bir antikor durumundadır. Dindarlık seviyesi
ile dini bilinçli yaşama bulguları birlikte değerlendirildiğinde, dini alana
yönelik formel mekanizmaların güçlendirilmesi durumunda, bireylerin örgütün
ağına düşme ihtimallerinin azaltılabileceği görülmektedir. Ancak bunun
başarılması, formel mekanizmaların etkin ve alana yayılmış faaliyetleriyle
olanaklıdır. Diğer bir ifadeyle devlet, örgütlerin eleman kazanma sürecinde
kullandığı benzer mekanizmaları harekete geçirmeli, okul, aile, sosyal yaşam
alanları, bireyin mikro düzeydeki sosyal çevresine yönelik uygulamalara ağırlık
vermelidir. Bunun yanında devletin bürokratik yapısı gereği ortaya çıkan
hantallık ve hızlı hareket edememe engeli, sivil toplum örgütlerinin etkin
olarak kullanılması ve desteklenmesiyle giderilmelidir.
PKK ve Hizbullah örgütleri farklı ideolojilere sahip olmakla birlikte aynı
sorunlardan beslenmektedir. Bunun yanında, her iki örgüt farklı ideolojide
olmalarından ötürü çatışma ortamında birbirini beslemiş ve güçlendirmiştir ki
devlet-vatandaş ilişkilerinin o dönemdeki sorunlu olması da bu duruma katkıda
bulunmuştur. İki örgütün benzer sorunlardan beslenmesi olumsuz bir durum olmakla
birlikte, aynı soruna yönelik geliştirilecek makro ve mikro düzeydeki
politikaların başarılı bir şekilde uygulanması, aynı anda iki örgütle de
mücadele edilmesi gibi avantajlı bir durumun da ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Eklektik bir söylem, öğreti ve deneyimlerden oluşturulan ve görsel bir
propaganda sürecinden geçirilen bireylerin örgütlerden kurtarılması ve örgütün
beslendiği kaynakların kurutulması sadece güvenlik yörüngeli uygulamalarla
olanaklı değildir. Terörle mücadelede geliştirilen makro düzey politikaların
başarısı, ancak ve ancak mikro düzeyde, birey odaklı, yüz yüze ve etkin bir
iletişime bağlıdır. Bu etkin iletişimin sağlanabilmesi için öncelikle muhatap
alınan grubun iyi tanınması ve profil çalışmalarının sağlıklı yapılması
gerekmektedir.
Bu analiz ışığında Devlet’in dini Diyanet Kurumu eliyle kontrolünde tutma,
polis, mit vb. birimlerle ajanlaştırma faaliyetlerine dikkat edilmelidir.
Ajanlaştırma-muhbirleştirme yabancısı olmadığımız pis işler olarak hafızalardaki
yerini almaktadır. Savunmalar kitabından yapacağımız kısa bir alıntı Devlet’in
çirkin yüzünü göstermeye yeter.
Ajanlaştırma Hareketleri
Devlet, Hizbullah Cemaati’ne yönelik baskı, sindirme ve yok etme hareketlerini
bütün imkânlarını kullanarak yürüttü. Kendi kanun ve yasalarının öngördüğü
yöntemlerin dışında, gayrı resmi birçok yöntemler de devreye sokuldu ve
acımasızca uygulandı. Bu yöntemlerden biri ve en önemlisi
ajanlaştırma–muhbirleştirme hareketidir.
İçinde bulunduğu yapıya ihanet anlamına gelen ve içinde bulunduğu yapıyı içten
yıkıcı en zararlı unsur olan muhbirlik ve ispiyonculuk, tarihin en iğrenç
mesleklerinden birisidir. Bu mesleği icra edenler, ne hizmet ettikleri tarafa
yaranmışlar, ne de içinde bulundukları yapı içinde rahat edebilmişlerdir. Bilgi
verdikleri kişilerce sürekli horlanmış, aşağılanmış, değersiz görülmüş,
güvenilmez ve samimiyetsiz bulunmuş, verdiği bilgiler az görülerek daha
fazlasını getirmek için baskı altına alınmışlardır. İçin- de bulunduğu yapıya
ihanet edenin günü geldiğinde kendilerine de ihanet edeceğinin bilinci içinde
olan devlet, onları sürekli bir şekilde kontrol altında tutabilmek için daha çok
pisliğe bulandırmış, içini–dışını kokar bir hale sokmuşlardır. Devlet tarafından
hiçbir değer biçilmeyen ajan–muhbirler, her an feda edilebilir görülmüş ve yem
olarak kullanılmaktan ya da işe yaramaz hale getirildikten sonra posa halinde
yalnız başına ölüme terk edilmekten kurtulamamışlardır.
Böylesine aşağılık bir mesleği bilerek veya isteyerek hiç kimsenin kabul
etmeyeceğini bilen MİT ve Emniyet birimleri, kendi hesaplarına çalışacak
ajan–muhbirler bulabilmek için insaftan yoksun, acımasız, gaddarca ve ahlaksızca
yöntemler kullanmışlardır. Bu yöntemlere başvururken hiçbir ahlaki değer
tanımamış, insani ve vicdani duyguları bir kenara bırakmış, sadece Hizbullah
Cemaati’ni ve onun şahsında İslami uyanışı yok etmeye odaklanarak buna giden
bütün yolları mubah gören bir anlayış ve uygulama sergilemiştir. Gerek MİT ve
gerekse emniyet birimleri, ajan–muhbir kazanmak için genelde insanların
zaaflarından, içinde bulundukları sıkıntılardan, ahlaki zafiyetlerinden istifade
etmiş, bunun dışında da şeytanın dahi aklına gelmeyen birçok yöntem
kullanmışlardır.
Bu yöntemlerden belli–başlı bazıların şu şekilde sıralayabiliriz:
a) İş vaatleri: Polis veya MİT mensubu, gözüne kestirdiği, maddi sıkıntı içinde
olduğunu bildiği kimselere şeytani yüzünü gizleyerek melek suretinde
yanaşmaktadır. İçinde bulunduğu yoksulluğu, maddi sıkıntıyı, aile ve
çocuklarının mağduriyetinin bağlı olduğu yapıdan kaynaklandığı, geçi- mini hiç
kimseye muhtaç olmadan sağlaması için bir iş bulması gerektiği, isterse
kendisine yardımcı olunabileceği, ancak bunun için kendisinin de bazı konularda
yardımcı olması gerektiği düşünceleri şeytani bir vesvese gibi aklına ve kalbine
zerk edilir. Tabi bunlar yapılırken, bir yandan da zaafları ve temayülleri de
öğrenilmekte ve bunlar da kullanılmaktadır. Uğraşlar sonucunda bir kıvama gelen
ve artık hazır olduğuna karar verilen kimseye bir iş bulunur. Bir zaman çalışıp
maddi bir rahata eren kimse, artık gelecek teklifi reddedecek durumda olmadığı
için ajan–muhbirlik teklifini kabul etmek zorunda kalır.
b) Okulda ders geçirme ve okul sonrası iş bulma vaatleri: Bu, genelde
üniversitelerde, üniversite öğrencileri üzerinde çokça uygulanan bir yöntemdir.
Zayıf dersleri olan, bazı derslerde sürekli başarısızlık gösteren, sınıf
geçmekte zorlanan öğrencilere yardımcı olunabileceği söylenir. Ancak bunun bir
karşılığının olduğu önce cılız bir sesle belirtilir. Böylece duyup gördüklerini
bildirme gibi masumane bir teklif yapılarak söz konusu öğrenci, okulunu bitirme
ya da ajanlık arasında tercihe zorlanır. Üniversite öğrencisine ajanlık yolunda
yapılan bir teklif de, okul sonrası iş sahibi yapma vaadidir. Diplomalı
işsizlerin yoğun olduğu bir ülke- de okuyan öğrencilerin, okul sonrası işsiz
kalma korkusunu iyi kullanan emniyet ve MİT mensupları, müsait buldukları kişiyi
kolaylıkla ajanlaştırabilmektedir.
c) Üniversite kazandırma vaatleri: Bu yöntem; liselerde üniversiteyi kazanma
ihtimali bulunmayan öğrencilerle mezun olduğu halde üniversiteyi kazanamamış
kişilere yapılan bir tekliftir. Böylesine bir teklifle karşılaşıp kabul eden
öğrenci, MİT veya Emniyet mensubunun kontrolüne girer ve kısa bir süre içinde
artık geri dönülemez bir yola girmiş olur. Bundan sonra artık üniversiteyi
kazandırma vaadinin yerine gelip gelmediği, polis veya MİT mensubu için pek de
önemli değildir. Çünkü istediğini elde etmiş ve oltayı attığı kişiyi sepetine
koymuştur.
d) Burslardan faydalandırma vaatleri: Maddi durumu düşük öğrencilere atılan bir
çengel yöntemidir. Maddi yönden kendilerini rahatlatacak bursların çıkması, her
öğrencinin hayal ettiği bir şeydir. Bu durumu bilen polis veya MİT mensupları bu
durumu aşağılık bir silah olarak kullanmaktan çekinmemiş ve adeta elindeki
oltayla nehir kenarında bekleyen balıkçı misali bu silahı doğrultacak
öğrencileri bulmak için mesai harcamıştır.
e) Cezaevine atma tehditleri: Cemaat mensubu olarak bilinip durumu müsait
görülen kimselere yanaşan polis veya MİT mensubu, kişinin durumunu anlatıp
cezaevine girebileceğini, çoluk çocuğunun perişan olacağına onu inandırmaya
çalışır. Güya onun iyiliğini isteyen bir tarzda ikna yöntemleri kullanarak ona
yardımcı olmak istediğini, kendisinin bundan bir menfaati olmadığını üzerine
basa basa vurgular. Sonuçta cezaevi korkusundan kurtulmak isteyen şahıs,
kendisine yanaşan devlet görevlilerinin sinsi tuzağına düşmüş olur.
f) Ailesine zarar verme tehditleri: Cemaat mensubu olarak tespit edilip durumu
müsait görülen kişi, üzerinde denenen bazı yöntemler olumsuz sonuçlar verince,
bu kez en can alıcı yöntem olan aile ve çocuklarıyla ve onlara zarar verme
tehditleriyle kazandırılmaya çalışılır.
g) Ahlaki zafiyetleri ifşa etme tehditleri: Geçmişinde birtakım ahlaki
zafiyetleri olan kişiler, cemaatle birlikte oldukları zaman sürecinde bu
ahlâktan kurtulmuş olsalar bile, eğer bu zafiyetleri Polis veya MİT mensupları
tarafından biliniyorsa, peşlerini bırakmamaktadır. Ya bu geçmişinin herkes
tarafından bilinmesi ya da içinde bulunduğu yapıya ihanet etmesi gibi iki
öldürücü seçenek arasında bırakılır. Allah’a ve Cemaat’ in haklılığına tam iman
etmiş olan kişiler, Allah’a tevekkül edip durumlarını Cemaatle paylaşarak bu
iğrenç tekliflerden kurtulmuşlardır, ancak imanlarında zafiyet olan kişiler,
polislerin tekliflerini kabul edip Cemaat’e ihanet etmeyi seçerek
ajanlaşmışlardır.
h) Gözaltında işlemediği suçlardan oluşan bir dosya hazırlayarak yıllarca
cezaevinde bıraktırma tehditleri: Polisin kullandığı bir yöntem de Cemaat
mensubunun önüne işlemediği suçlardan oluşan kalın bir dosya bırakarak ya ömür
boyu cezaevinde kalma ya da kendilerine yardımcı olma adı altındaki ajanlık
arasında tercih yapmaya zorlamasıdır. Allah’a tevekkül edenler Hz. Yusuf
aleyhisselam misali:
“…Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha
sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim
gösterir, (böylece) cahillerden olurum” diyerek cezaevini tercih etmişler,
korkunun yüreklerini kapladığı zayıf kimseler de ajanlığın esefle çukuruna
düşmüşlerdir.
I) Korkutma (öldürme, yaralama, kaybetme, kaçırma, hapis…) tehditleri: Her
insanın bir zaaf noktasının olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Polis,
insanlarda var olan bu zaaf ve korkuları tespit ettikten sonra, ajanlaştırmak
istediği kişiye bu korkular üzerinden baskı yapmaya başlar. İman zayıflığı ve
tevekkül eksikliği bulunan kişiler, polisin bu ustaca baskılarına yenik düşerek
ajanlık ve muhbirliği kabullenmek zorunda kalır. Polise bu konuda en büyük
yardımı yapanların daha önce ajanlaşmış kişiler olduğunu da burada belirtmekte
yarar görüyoruz. Çünkü kişiler hakkında en detaylı, en doğru, en sağlıklı
bilgiyi verecek durumda olan da korku ve zaaflarını en iyi bilecek olan da ancak
yıllarını birlikte geçirdiği, birçok şeyini paylaştığı, sırlarına vakıf olduğu,
birlikte mücadele ettiği arkadaşı olabilir.
Sadece belli başlı olanlarını ele aldığımız ajanlaştırma–muhbirleştirme
yöntemleri bunlarla sınırlı değildir. Bildiğimiz ya da bilmediğimiz, duyduğumuz
ya da duymadığımız, bize intikal etmiş ya da etmemiş daha onlarca iğrenç ve
aşağılık yöntem kullanılmıştır. Ajanlaştırma–muhbirleştirme yöntemlerinin hiçbir
yasa, kanun ve yönetmelikle sınırlandırılmamış olması, bu politikaya uygun
yöntemlerin polis veya MİT mensuplarının yetenek ve kabiliyetlerine bırakılmış
olması, ‘hukuk devleti’ söyleminin bir palavradan ibaret olduğunun en bariz
göstergesidir. Kullanılan bütün yöntemler; devletin karanlık, kirli, hukuksuz,
gayrı meşru bir savaş yürüttüğünü gözler önüne sermektedir. Savaşların bile bir
kuralı, ahlaki yönü, engelleyici sınırları varken, en gaddar ve ahlaksız
örgütlerin bile kullanmadığı yöntemlerin devlet tarafından bize karşı
kullanılmasına şaşırmamak gerekir. Çünkü devlet politikası gereği, dini
referanslara sahip bir Cemaat, en tehlikeli, birinci ve baş düşman olarak kabul
edilmektedir. Böylesi bir düşmanın bertaraf edilmesi için devletin hukuk ve
kanunları çerçevesinde yapılanların yanı sıra, rutin dışı yöntemlerin
kullanılması da devletin âli menfaatleri ve bekası için bir gereklilik olarak
görülmüş ve Hizbullah Cemaati’ne karşı benzeri görülmemiş bir savaş açılmıştır.
Yukarıda aktarılan yöntemlerin tümü, Cemaat tarafından deşifre edilen
muhbirlerin sorgularında anlattıklarından elde edilen bilgilerdir. Ailelerinin
rencide olmaması için bu muhbirlerin isimlerini burada zikretmeyeceğiz.
Ayrıca muhbirleştirilen şahısların icra ettikleri çirkin mesleklerinde polise
veya MİT’e tam anlamıyla hizmet edebilmeleri için ahlaki yönden nasıl dejenere
edildiklerini burada ayrıntılı bir şekilde açıklamayı uygun bulmuyoruz. Bu
yöntemler insanı insanlığından utandıracak derecede pespaye yöntemlerdir ve bu
salon bunları anlatmak için hiç müsait değildir. Ancak bunlarla ilgili sorgu
kasetlerinin tamamı elinizdedir. Anlattıklarımızın devede kulak kaldığını, daha
birçok iğrenç yöntemin de kullanıldığını öğrenmek is- terseniz, bu kasetlere
başvurabilirsiniz.
Allah’a hamd olsun ki, bize karşı yürütülen bu gaddar, ölçüsüz, hukuksuz, gayri
meşru, ahlaksız savaşta, kendimizi korumak için aldığımız tedbirlerde Allah’ın
yardımıyla, bu savaştan en az zararla çıkabildik. Boş vaat ve tekliflerle
ajanlaşıp muhbirleşen kişilerin bu ihanetlerine karşılık olarak aldıkları tek
ücret, sahiplerinin korkusundan emin olmaları olmuştur. Üzüldüğümüz tek konu; bu
muhbirlerin ahiretlerini heba etmeleriyle beraber, kendilerini kullananlar
tarafından dahi sahipsiz ve korumasız bırakılması, adeta ölüme terk
edilmeleriydi.
Onların durumu, Namık Kemal’in şu dizelerine benzer:
Muîni zâlimîn dünyada erbâb–ı denâettir,
Köpektir zevk alan seyyâd–ı bî–insâfa hizmetten. (Savunmalar)
Görüldüğü üzere devletin çeşitli birimleri periyodik şekilde bir araya gelerek
Cemaat ile mücadelede strateji geliştirmekte, neticelerini peyderpey
uygulamaktadırlar. Cemaat da hiyerarşik yapısı içinde meselelerini Şura
Meclisinde masaya yatırmalı, istişare sonucunda aldığı kararları hayata
geçirmelidir. Aşağıda sunacağımız üç rapor güvenlik birimlerinin Cemaat’i ne
kadar dikkate aldıkları, Cemaat’i etkisizleştirmek ve yok etmek için nasıl
çalıştıklarını örnekleriyle ortaya koymaktadır.
Allah’a emanet olun.
MUSTAFA AY
|