Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
Müslümanlar için; Rasulullah’ın (sav) İslami hareket metodu İslam davasının esasını teşkil etmekle birlikte, günümüze kadar İslam ümmeti içinde cereyan eden hadiseler, Müslümanların kazanımları ve kayıpları, özellikle çağdaş İslami hareketlerin yaşadığı süreç, başarı ve başarısızlıklarının sebepleri, dikkate alınması ve ders çıkarılması gereken önemli bir konudur. Bu konu, Müslümanların ortak sermayesi ve İslami hareketler için yol işaretleridir.
Bu çerçevede; kısa geçmişine rağmen hızlı büyümesi, gelişip güçlenmesi, İsrail gibi ABD ve Avrupa’yı arkasına alan, güçlü askeri ve istihbaratı olan Siyonist devlete karşı başarılar elde eden, Lübnan’da mecliste temsil edilen ve devletin gerek iç ve gerekse dış siyasetinde etkin rol oynayan Hizbullah’ın bu başarılarının dayandığı etkenlere bakmak, bu başarı öyküsünü görmek ve bundan ders ve ibretler çıkarmak gerekir.
Hizbullah’ın başarı öyküsüne geçmeden önce, Hizbullah’ın doğduğu Lübnan ortamına ve yaşanan sürece kısaca bakmakta yarar vardır. Bu, konunun daha iyi anlaşılmasında önem arz eder.
KISACA LÜBNAN
Lübnan; Kuzey ve Doğusunda Suriye, Güneyinde İsrail ve Batısında Akdeniz olan bir Ortadoğu ülkesidir.
643 miladi yılında Hz. Ömer zamanında Suriye fethedilirken o da fethedilmiştir. 1516-1517’deki Mısır seferinde, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı toprağına katılmıştır.
Birinci dünya savaşında Fransız egemenliğine giren Lübnan, 1943 yılında bağımsızlık elde etmiş ve Arap Birliğine üye olmuştur. 1945 yılında da BM’ye katılmıştır.
Yaklaşık 4 milyon nüfusa sahip olan Lübnan, nüfûsun % 50’den fazlası Şii ve Suni Müslümanlardan meydana gelir. Diğer önemli büyük topluluk Hıristiyanlar olup, çoğunluğu Katoliktir. Arap ırkına mensup olan Maruni Hıristiyanları oldukça fazladır. Ayrıca Melehitler, Ermeniler, Gregoryanlar ve Suriye Ortadoksları da mevcuttur. Üçüncü büyük grup ise, Dürziler olup, sayıları ülke nüfusunun % 3’ü civarındadır. Nüfusun % 90’ı Arap, % 6’sı Ermenidir. Resmi dil Arapçadır.
Lübnan, bu karışık etnik tablodan dolayı yönetimi de paylaşım esasına göre belirlemiştir. Beş idari bölgeye ayrılmıştır. Cumhuriyet rejimini esas almıştır. 128 sandalyeli meclise sahiptir ve Cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyanlarından, Başbakan Suni Müslümanlardan, Meclis Başkanı da Şii Müslümanlardan seçilir.
LÜBNAN’DA ÇAĞDAŞ İSLAMİ FAALİYETLERİN BAŞLAMASI
1960’lı yıllarda Lübnan, dinamik bir ulema hareketine tanık olmuştur. Çünkü o yıllarda Necef’ten gelen bazı alimler burada ciddi faaliyetler yürütmüşlerdir. Özellikle İmam Musa Sadr, Ayetullah Muhammed Mehdi Şemsuddin ve Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlullah, yürüttükleri İslami faaliyetlerle Lübnan’da hem ciddi bir taraftar toplamayı başarmış ve hem de İslami hareketin temellerini atmışlardır. 1978 yılında İmam Musa Sadr, Kaddafi’nin çağrısı üzerine gittiği Libya’da kaçırıldı ve bir daha ondan haber alınamadı. Ayetullah Şemsuddin de vefat edince, Lübnan’da İslamcılar bir çok gruplara ayrıldılar.
Bütün bu İslami gruplar, topraklarını gasp eden Siyonist İsrail ile savaşmayı ve İslam’ı toplumda yaymayı benimsemişlerdi. Bu açıdan İsrail’e karşı çeşitli askeri eylemler gerçekleştirmişlerdir.
Bir yandan yoğun siyasi ve sosyal faaliyetler, bir yandan direniş grupları oluşturmak, diğer yandan çeşitli askeri eylemler tertiplenmekteydi. Her biri kendi imkan ve yöntemleriyle eylemler gerçekleştiriyor, İsrail’e karşı mücadele veriyordu.
İşte böyle bir atmosferde İmam Humeyni rehberliğinde İran İslam İnkılabı gerçekleşti. İslam inkılabı, Lübnan için zaman açısından hem uygun düşmüş ve hem de buradaki İslami hareketlerin bütün dikkatlerini kendi tarafına çekmişti. Bu İslami hareketler, İran İslam İnkılabını masaya yatırmış, üzerinde yoğun fikri müzakerelere başlamışlardı. Bu müzakerelerin neticesinde; İslam İnkılabının tecrübesinden yararlanma ve onlarla işbirliği içinde bulunarak daha güçlü bir direniş hareketi oluşturma görüşü ortaya çıktı.
Bu arada İsrail de (1982 yılında) Lübnan’a girdi. Müslüman gruplar, her ne kadar kendi imkanlarına göre İsrail’e karşı direnmeye çalıştılarsa da güçler dengeli değildi. Bu da, İslami hareketlerin bir yandan birleşmesi, diğer yandan zaten bir müddettir fikri müzakereler neticesinde belli bir kıvama erişen, İran İslam İnkılabının tecrübesinden yararlanma düşüncesini daha da pekiştirdi.