Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36

Bir Hadis:
Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

Makale Hiyerarşisi
Makaleler ana sayfası » 17- BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ » BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-X / M.ALİ NUR
BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-X / M.ALİ NUR

O (SAV); FETANET SAHİBİYDİ

Allah’ın adıyla !

İslam davasının, Müslüman davetçiden istediği bazı temel özellikler vardır ki, bunlardan bir tanesi de davetin gereklerini yerine getirebilecek akli melekelere sahip olmasıdır. Bunlar; akl-ı selim, zeka, basiret ve ferasettir.

Müslüman davetçi, içinde bulunduğu ortamı ve şartları iyi tanıyabilmeli, lehte ve aleyhte gelişen olayları görüp doğru yorumlayabilmeli, düşmanı iyi tanıyabilmeli, düşmanın aleyhte yaptığı ve yapacağı faaliyetleri teşhis edebilip bunlara karşı yapılması gerekenleri doğru tespit edebilmeli, İslam davasının ve Müslümanların maslahatlarını doğru teşhis ve tespit edebilmeli ve gereğini yerine getirmek için doğru ve yerinde adımlar atabilmelidir.

Bu bakımdan Müslüman davetçi, kendisini ilmi, kültürel, siyasi ve fikri açıdan geliştirmelidir.

Eğer bu açıdan Müslüman davetçi, içinde bulunduğu ortam ve şartların gerektirdiği asgari düzeyde donanım sahibi olmazsa;

Daveti insanlara sunmada

Ortam ve şartların gerektirdiği adımları yerinde ve zamanında atmada

Davanın maslahatını teşhis etmede

Düşmanı tanımada

Düşmandan gelebilecek zararları önceden görmede

Düşmanın zarar ve saldırılarına karşı gerekli tedbirleri yerinde ve zamanında almada

Davayı topluma kabul ettirmede Davaya katılan kitleyi yönlendirmede…….yetersiz kalır, davayı gereği gibi sürdüremez ve hakkını eda edemez.

Rasulullah (sav), hiç şüphesiz ki üstün bir akla ve keskin bir anlayışa sahipti. Halbuki o ümmi idi. Okuma yazma bilmezdi ve gerek İslam dini, gerekse de diğer dinler ve ümmetler hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildi. Yanında, insanlara sunacak yeni bir inanç, yeni bir din, yeni bir sosyal nizam mevcut değildi ve böyle bir davanın insanlara sunuluş ve topluma hakim kılınışı hakkında bir hareket metodunu bilmiyordu.

Ancak Allah (cc); İslam davasının gerektirdiği bütün güzel hasletlerin yanında, üstün akıl, zeka ve keskin anlayışı da Rasulullah’a (sav) vermiş ve O’nu mükemmel derecede akli melekelerle donatmıştı. Çünkü haktan sapmış ve cehalet bataklığına saplanmış toplumun ikna edilerek hakka yöneltilmesi kolay bir iş değildir. Son derece zor ve ağır bir iştir. Bu nedenle Allah’ın (cc) bir rahmeti olarak bütün peygamberlere üstün akıl, zeka ve keskin anlayış, yani fetanet vasfı verilmiştir.

Rasulullah’ın (sav) İslam daveti boyunca yaptıklarına bakınca, her şeyin yerinde, zamanında, maslahatla uyumlu ve tedbire uygun olduğu görülecektir. Dolayısıyla İslam daveti konusunda karşımıza mükemmel bir hareket metodu çıkmaktadır.

Rasulullah’ın (sav); İslam davetiyle görevlendirildiği zaman bunu önce gizli tutması, aile efradından başlayarak yakınlarını davet etmesi, dar-ül Erkam’ı karargah haline getirip davet işlerini oradan yürütmesi, inananların sayısı belli bir kemiyete ulaşınca daveti açığa vurup her türlü sıkıntı ve işkencelere rağmen sabrederek çarpışmaya izin vermemesi, ardından hicret ve Medine’nin yurt edinmesi, orada belli bir düzen ve otorite oluşunca düşmanlık yapanlara karşı savaşılması, Mekke’nin fethinden sonra ulaşılabilecek her yere İslam davetinin götürülmesine çalışılması….bütün bunların hepsi yerinde, zamanında, maslahatın icabettirdiği ve gerekli olan faaliyetlerdi ki tamamen ilahi vahiy altında gerçekleştirilmiştir. Aynen sayma sayılarındaki tertip gibi.

Davanın kendine has merhaleleri vardır ve her bir merhalesinin gerektirdiği faaliyetler vardır. Bunlar, içinde bulunulan merhaleye uygun icra edilmezse, merhalede tıkanıklık yaşanır, sıkıntılar baş gösterir ve birçok kazanım elden gider.

Rasulullah (sav); Hicretin 6. yılında, etrafındaki bazı yakın sahabenin de içinde bulunduğu birçok sahabenin itirazlarına rağmen, Hudeybiye anlaşmasını yapmıştı. Zahiren Müslümanların aleyhine gibi görünen ve o zaman için ileride elde edilecek büyük kazanımların görülemediği bu anlaşma, Müslümanlara büyük fırsatlar ve imkanlar sunmakla birlikte kısa bir zaman içinde önce Hayber’i ardından da 10 bine yükselen askeri bir güçle gidip Mekke’yi fethedecek kadar İslam’a ve Müslümanlara güç kazandırmıştı.

Düşünün ki, daha baştan beri Rasulullah (sav) davetini her yönüyle açıktan yapar ve herkesi açıktan davet edip inananlar kendilerini gizlememiş olsaydı ne olurdu?

İşkencelerin şiddetlenip dayanılamaz hale geldiği dönemde Rasulullah (sav); kendisine yapılan teklifler konusunda taviz vermeye yanaşarak veya uzlaşma yolunu seçerek bir yandan işkenceleri bertaraf etmeyi, diğer taraftan Mekkelilerin kralı yada en zengini olmak suretiyle önce bir otorite oluşturup sonra bunun üzerinden davetini yapma yolunu seçseydi ne olurdu?

Ya da; Ebu Talib ve Hz. Hatice’nin vefat ettiği ve Müslümanların çok zor şartlar altında ambargoda bulundukları ve Mekke’de davet faaliyetlerinin sürdürülemez hale geldiği zamanda, eğer Rasulullah (sav) başta Taif olmak üzere ısrarla etraftaki bütün kabilelere gidip Mekke dışında Müslümanların kalıp korunacakları bir yer arayışına girmemiş ve üç yıl kadar sürmesine rağmen bundan vazgeçmiş ve neticede Medineli bir grubun iman etmesiyle Medine yolu açılmamış olsaydı ne olurdu? Davetin önünde büyük engeller var, Mekke’de daveti sürdürmenin imkan ve olanağı kalmamış, Ebu Talip ve Hz. Hatice gibi destekçiler vefat etmiş ve destekten yoksun kalınmış, dolayısıyla bir müddet susalım, ya da uzlaşma yollarına gidelim, veya yöntem değişikliğine gidelim deseydi ne olurdu acaba?

Bu ve benzer soruları çoğaltabiliriz. Ancak bunlardan herhangi birisi yapılmış olsaydı, herhalde İslam davetinin seyri çok farklı olurdu ve belki de Bedirler, Hendekler, Mekke ve diğer yerlerdeki fetihler yaşanmazdı. Ya da İslam davası farklı boyutlar kazanırdı.

Allah’a emanet olun.

M. ALİ NUR

Diger Basliklar
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-X / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-XI / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-VIII / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-VII / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-VI / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-V / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-IV / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-III / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-II / M.ALİ NUR
   BİR DAVETÇİ OLARAK ALLAH RASULÜ-I / M.ALİ NUR
İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git