O (SAV); İSLAM DÜŞMANLARINA KARŞI SERT VE TAVİZSİZ İDİ
Allah’ın adıyla !
Rasulullah (sav) İslam düşmanlarına karşı sert ve tavizsiz idi. Ancak bu sertlik ve tavizsizlik, O’nu hiçbir zaman İslam davetini hikmetle yapmaktan, yumuşak ve güzel öğütlerde bulunmaktan, adaletli davranmaktan ve merhametli yaklaşmaktan alıkoymamıştır.
O (sav); davet ettiği herkese merhametle yaklaşmış, onu hakka davet ederek gerçek kurtuluşa çağırmıştır. Hiçbir zaman batılda kalmasına ve cehennem yolcusu olmasına razı olmamıştır. Azatlı kölesi Zeyd ile Taif’e gidip oradaki insanları hakka ve kendisine davet yolunda yardıma çağırdığı zaman, oradakiler tarafından taşlanmış olduğu ve bu yaptıklarından dolayı Cebrail’in (as) gelip eğer isterse Allah’ın (cc) onları cezalandıracağını söylemesine rağmen bunu kabul etmemiş, onların hakka dönmesi için dua etmiş ve onların neslinden iman edip Allah’a ibadet edenlerin çıkacağını ümit etmiştir.
Ancak davet yolunda kendisine engel olanlara, İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş açıp mücadele edenlere karşı sert mukabelede bulunmuş, yaptıkları bütün eziyet, işkence, zulüm ve zorbalıklarına karşı hiçbir şekilde taviz vermemiştir. Her ne pahasına olursa olsun daveti kesintisiz sürdürmüş, hiçbir şekilde ara vermemiş, davetin gaye, yöntem veya hedeflerinde değişikliğe gitmemiştir.
“Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah yeter” (Ahzap 48)
Bir gün Mekke’nin ileri gelenleri kendi aralarında toplanıp, Peygamberimizin amcası ve aynı zamanda O’nun hamiliğini yapan Ebu Talib’in yanına gittiler ve Peygamberimizin yaptıklarını ona şikayet ettiler. Peygamberimizin kendi dinlerini yermemelerini, putlarını kötülememelerini isteyip Ebu Talib’in O’nu engellemesini istediler.
Ebu Talib’in bu konuda bir şey yapmadığını gören Müşrik ileri gelenleri, bu sefer tekrar ona gidip; “Ey Ebu Talib! Sen aramızda yaşça, şeref ve mevkice bizden ileridesin! Biz senden kardeşinin oğlunu bizimle uğraşmaktan men etmeni istemiştik. Sen onu bizimle uğraşmaktan men etmedin! Biz, vallahi artık onun atalarımıza dil uzatmasına, akıllarımızı akılsızlık saymasına, ilahlarımızı yermesine katlanamayacağız! Sen ya onu bizimle uğraşmaktan vaz geçirirsin, yada iki taraftan birisi yok oluncaya kadar onunla da, seninle de çarpışırız” dedikten sonra dönüp gittiler.
Bu işten endişelenmeye başlayan Ebu Talib, Peygamberimizi çağırıp onunla konuştu. Kendisine : “Ey kardeşimin oğlu! Kavminin ileri gelenleri bana geldiler. Senden bana şikayetlendiler, beni çok üzdüler. Atalarına dil uzatmak, ilahlarını yermek. gibi onların hoşlanmayacakları şeylerden vazgeç. Hem bana, hem kendine acı. Güç yetiremeyeceğim, altından kalkamayacağım bir işi bana yükleme” dedi. Peygamberimiz (sav); Ebu Talib’in fikir değiştirdiğini ve artık kendisine yardım etmeyi bırakacağını sanarak: “Ey amca! Vallahi bu işi bırakmam için Güneşi sağ elime ve Ayı sol elime koysalar da, Allah onu üstün kılıncaya yada ben bu yolda ölüp gidinceye kadar bırakmam” dedi. (İbni İshak, İbni Hişam)
Yine bir gün Mekke müşriklerinin ileri gelenleri toplanmış ve Rasulullah (sav) ile konuşmak üzere Utbe b. Rebia’yı temsilci olarak yanına gönderip bazı tekliflerde bulunmuşlardı. Utbe b. Rebia Rasulullah’ın (sav) yanına gelip kendisine şu tekliflerde bulunmuştu: “Ey kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki; kabile içinde şeref ve soyca aramızda üstün bir mevkidesin. Fakat kavminin başına büyük bir iş, bir gaile getirdin. Onunla, onların topluluklarını dağıttın, akıllarını akılsızlık saydın, ilahlarını ve dinlerini ayıpladın, babalarından gelip geçmiş olanları tekfir ettin….Gel, sen beni dinle. Sana bazı şeyler teklif edeceğim. Onların üzerinde dur, düşün. Belki onlardan bazısını kabul etmek işine gelir” dedi. Peygamberimiz (sav): “Söyle ey Ebu’l-Velid! dinliyorum” diye mukabelede bulundu. Utbe: "Ey kardeşimin oğlu! Eğer sen getirdiğin bu işle mal elde etmek istiyorsan, sen malca en zenginimiz oluncaya kadar mallarımızdan senin için mal toplayalım. Eğer sen bununla şeref ve şan kazanmak istiyorsan, seni üzerimize seyyid (ulu kişi) yapalım ve sensiz hiçbir işe karar vermeyelim. Eğer sen bununla kral olmak istiyorsan, seni kendimize kral yapalım. Eğer bu sana gelen şey, sana görünüp de kendinden uzaklaştırmaya güç yetiremediğin bir cin işi ise, seni tedavi ettirelim.” dedi.
Utbe sözlerini bitirinceye kadar Peygamberimiz (sav) onu dinledi ve: “Ey Ebu’l-Velid! Söyleyeceklerini bitirdin mi?” diye sordu. Utbe evet deyince, Peygamberimiz (sav): “Sen de şimdi beni dinle” dedi ve besmele çekerek Fussilet suresini okumaya başladı. Secde ayeti olan 37. ayetini de okuyup secde ettikten sonra: “Ey Ebu’l-Velid! Hiç işitmediğini dinlemiş bulunuyorsun. Artık işte sen, işte o.” Diye buyurdu. (İbni İshak, İbni Hişam)
Mekkeli müşrikler; Rasulullah’ın daveti kesintisiz sürdürmesi, insanlar tarafından kabul görüp Müslümanların sayısının artması ve İslam davetinin ilerleyişi karşısında katılaşmış ve başta Rasulullah (sav) olmak üzere Müslümanlara ağır işkencelerde bulunmaya, onlara eziyet etmeye ve baskılarda bulunmaya başlamışlardı. Bunlara ilaveten, onlara çok ağır şartlar dayatmaya başlamışlardı. Nübüvvetin 7. yılında bütün Müslümanlara genel bir ambargo konulmuştu. Müslümanlar, zorunlu olarak bir mahalleye yerleşmişlerdi ve çok ağır ambargo şartları altında bulunuyorlardı. Müşrikler; Peygamberimiz, öldürülmek üzere kendilerine verilinceye kadar Haşimoğullarıyla barışmamak, Müslümanlara kız alıp vermemek, onlarla alış-veriş yapmamak, onlarla akrabalık ve sosyal münasebetleri kesmek, onlara yardım etmemek…üzerine anlaşmış ve bu anlaşmalarını yazılı bir şekilde Kabe’ye asmışlardı. Müslümanlar; 3 yıl süren bu ambargo süresince öylesine sıkıntı çekmişlerdi ki yiyecek bir şeyleri kalmamış, deri parçasını kaynatıp çocuklarını onunla oyalayan bile olmuştu. Buna ilaveten 10. yılda Hz. Peygamberin (sav) hamisi ve amcası olan Ebu Talib ve ardından da, ta nübüvvetin başından beri O’nun en yakını ve destekçisi durumunda olan eşi ve Mü’minlerin annesi Hz. Hatice (ra) vefat etmişti. (İbni İshak, İbni Hişam)
Ancak bütün bunlara rağmen “Artık buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme.” (Hicr 94) ayetinde emredildiği gibi Rasulullah (sav), beraberindeki Mü’minlerle birlikte İslami inanç, duruş, tavır ve söylemlerinden vazgeçmiyor ve taviz vermiyorlardı. Bununla birlikte, iktidar sahibi müşriklerin memnuniyet ya da kızgınlıkları dikkate alınmıyor, baskı ve işkenceler kalksın diye tebliğ edilen konularda tadilata veya ara verme yoluna gidilmiyordu.
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (Tevbe 73)
Allah’a emanet olun. M. ALİ NUR |