TÜRK CEZA KANUNUNUN KABULÜ Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği kara devrimlerden biri, 01 Mart 1926 günü Türk Ceza Kanununun (İtalya’dan alınarak) kabul edilmesidir. Padişahtan aldığı yetkiyi kullanarak ve ilk başta Müslüman halkın dini duygularını dikkate alarak hareket eden Mustafa Kemal; ortam oluşturduktan ve kontrolü eline almaya başladıktan sonra, hilafet müessesesini devre dışı bırakmaya ve yeni bir yönetim oluşturmaya başlamıştır. Yeni bir meclis (TBMM) kurduktan sonra da, adım adım bir takım inkılaplar gerçekleştirmiş, böylece arzu ettiği rejim üzere bir devlet oluşturmuş ve anti İslami fikirlerini toplum hayatına hakim kılmaya çalışmıştır. Kurulan ilk mecliste, gidişattan endişe duyup aykırı sesler çıkanlara çok ustaca müdahale etmiş, bu meclisin geçici olduğunu, durum düzelinceye kadar işlerin idaresini üstleneceğini, devletin başında mutlaka bir halifenin bulunacağını söyleyerek ortamı yumuşatmıştır. Ancak bir yandan, yeni kurulan meclisin öncelikli işinin kurtuluş savaşını yürütmek olduğunu söylediği halde, öte yandan kafasındaki Laik Cumhuriyetin temelini oluşturan esaslı yasaları çıkartmıştır. TBMM’nin çıkardığı ilk anayasa olan “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilmiş; bu anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesine yer verilmiş, yasama, yürütme ve yargı yetkileri meclise verilmiştir. Böylelikle ileride Cumhuriyete geçmenin de yolu bariz bir şekilde açılmıştır. Nitekim 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmiş ve 1921 anayasasına “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” hükmü eklenerek rejimin adı konulmuştur. 1924 anayasasında meclisin tekliği ve kalıcılığı, Cumhuriyetin değişmezliği gibi esaslı hükümlere yer verilirken, Müslüman halkın İslami hassasiyetini dikkate alıp dengeyi korumaya yönelik bir kurnazlıkla “Devletin dini İslam’dır” hükmüne de yer verilmiştir. Bu hüküm, Mustafa Kemal’in Laik Cumhuriyet fikrine tamamen zıt olsa da ortamı yumuşatmaya yönelik siyasi bir manevra olup, saltanatın kaldırılması, halifeliğin kaldırılması, cumhuriyete geçilmesi gibi hususlar, bu hükmün anayasada yer almasında etkili olmuştur. Nihayet ortam yatışınca 1928 yılında yapılan değişikliklerle bu hüküm anayasadan çıkarılmış, 1937 yılında ise anayasaya “Türkiye, laik bir hukuk devletidir” hükmü konularak laik devlet düzenine geçilmiştir. Mustafa Kemal; yeni kurulan rejimin yeni hukuk düzenini oluşturmak için Avrupa ülkelerindeki kanunları incelemek üzere komisyonlar kurdurmuştur. Çünkü Mustafa Kemal, İslam hukuk sisteminin yetersiz, eksik, çağdışı ve Anadolu insanının yaşam biçimine uygun olmadığına inanmaktaydı. Konuyla ilgili bir sözü şöyledir : “Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipler, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz” Başka bir sözü ise şu şekildedir : “Sarık ve cüppeyle artık dünyada muvaffak olmanın imkanı yoktur. Yaptığımız muazzam inkılaplarla medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik.” 1923 yılında Bursa’da yaptığı bir konuşmada da konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir : "Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir." Dolayısıyla 17 Şubat 1926 yılında İsviçre’den alınma Medeni kanun kabul edilmiştir. Mustafa Kemal; ceza hukuku alanında da İslam ahkamını çağdışı görüyor ve yeni kurulan rejim için en uygun ceza kanunlarının Avrupa ülkelerinde uygulanan kanunlar olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla medeni kanunun kabul ettirilmesinden sonra, İtalya’dan alınma Türk Ceza Kanunu oluşturulmuş ve 01 Mart 1926 yılında meclisten geçirilmiştir. Mustafa Kemal; 5 Kasım 1925 yılında Ankara Hukuk Okulunun açılışında konuyla ilgili düşüncelerini şöyle ifade ediyor: "Önemli olan nokta , adalet anlayışımızı, kanunlarımızı, adalet teşkilatımızı, şimdiye kadar bizi şuurlu, şuursuz tesir altında bulunduran, asrın gereklerine uygun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her medeni memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin ihtiyaçlarına uyan esaslarını istiyor. Millet hızlı ve kesin adaleti temin eden medeni usulleri istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adalet işlerimizde her türlü tesirlerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk Milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz." Yine 1925 yılında konuyla ilgili yaptığı bir konuşmada şöyle diyor Mustafa Kemal : “Büsbütün yeni kanunlar meydana getirerek eski hukuk esaslarını temelinden sökmek teşebbüsündeyiz. Bugünün ihtiyaçlarına uygun kanun yapmak ve onu iyi tatbik etmek refah ve ilerleme vasıtalarının en mühimlerindendir.” Böylece Mustafa Kemal; 01 Mart 1926 günü batıdan alınma Türk Ceza Kanununun kabulüyle, gerçekleştirdiği kara devrimlere birini daha ekleyerek ilahi kanunlardan müteşekkil İslam hukuk sistemini devre dışı bırakmış ve beşeri kanunları esas alarak sosyal hayatı laikleştirmeye çalışmıştır. Peki bütün bunlar neden yapılmıştır? İslam dini eksik veya yetersiz mi? Allah’ın indirdiği kitap ve hükümler çağın ihtiyaçlarına cevap veremiyor mu? İslam dinini, Kur’an’ı, Allah’ın indirdiği hükümleri eksik veya çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyecek kadar yetersiz görmek ne anlama geliyor? Şunu kesinlikle belirtelim ki; İslam, Allah’ın kulları için seçtiği bir dindir. Bu din, insanlara sunulan bir yaşam biçimi ve aynı zamanda sosyal, siyasal ve bir hukuk düzenidir. İmtihan için yeryüzünde hayat süren insanlar, bu dini yaşamak ve toplum hayatına uygulamaktan sorumlu tutulmuşlardır. İslam’dan başka bir din, İslam’dan başka bir yaşam biçimi ve sistem kabul edilmemiş ve reddedilmiştir. “Allah nezdinde hak din İslam'dır.” (Al-i İmran 19) “Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85) “Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitabı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.” (Nisa 105) İnsanı yaratan Allah (cc), onu en iyi bilendir. Kainatı yaratan Allah (cc), ona tayin ettiği düzeni en iyi bilendir. Zamanı yaratan Allah (cc), geçmişi, anı ve geleceği en iyi bilendir. Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmış ve O, her şeye kadirdir. Dolayısıyla İslam, hiçbir surette eksik veya yetersiz görülemez. “…..Bu gün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim…..” İslam’ın eksik, yetersiz veya çağın ihtiyaçlarına cevap vermediğini savunmak, Allah’ın (cc) zatında ve sıfatlarında kusur olduğunu iddia etmek demek olur ki bu, imanı ortadan kaldırır. Allah’ın (cc) zatında da sıfatlarında da ef’alinde de hiçbir kusur yoktur. Allah (cc), (haşa) unutkan da değildir, insanın gerek bu gün ve gerekse gelecekteki ihtiyaçlarından ve hayatın her türlü sürecinden habersiz de değildir. O halde ilahi kanunlara rağmen beşeri kanunlara ihtiyaç hissetmek, ilahi kanunların yetersizliğinden, eksikliğinden veya çağın ihtiyaçlarına cevap verememesinden değil, Allah’a ve gönderdiği İslam dinine inanmamaktan kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal’in devlet düzeni ve toplumun sosyal hayatı için yaptığı inkılaplar da bu düşüncenin eseridir. 1920’de yeni bir Meclisin ilan edilmesiyle başlayan ve 1937 yılında Laikliğin kabul edilmesine kadar süren süreçte İslam’ın bütün müesseseleri ve eserleri birer birer ortadan kaldırılmış ve İslam her yönüyle yasaklı hale getirilmiştir. Öyle ki; bir zamanlar Kur’an bile yasaklanmış ve camiler at tavlaları haline getirilmiştir. Bütün bunlar, İslam’a inanmamanın ve İslam’a düşman olmanın neticesidir. Yoksa Allah’a (cc) hakkıyla iman eden kimse, O’nun hükmünü kabul etmez mi, en doğru, en iyi ve en geçerli hüküm görmez ve boyun eğmez mi? Allah’ın (cc) hükümlerine rağmen kendisinde hüküm koyma yetkisi görür mü? Allah’ın (cc) hükümlerini eksik veya yetersiz görür mü? “İşte O, Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm yetkisi de O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Kasas 70) “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36) İnsanı yaratan Allah (cc), onu her yönüyle en iyi bilendir ve onun için en uygun, en mükemmel yaşam biçimini de hukuk sistemini de bilendir. Yaratan bilmez mi? “O her şeyi hakkıyla bilendir” (Bakara 29) Allah’a emanet olun
M. ALİ NUR |