17 Ocak Sürecinden Alınması Gereken Dersler ve Sonuç 17 Ocak 2000 günü Hizbullah kurucu Rehberi Hüseyin Velioğlu’nun şehid edilmesiyle birlikte başlatılan linç kampanyası yıllarca devam etmiş ve halen de belli aralıklarla operasyon yapılmakta, mütedeyyin insanlar mağdur edilmektedir. Sadece resmi rakamlara göre üç yıl içersinde ondörtbin (14.000) Müslüman çeşitli gerekçelerle gözaltına alınmış, birçoğu tevkif edilmiştir. 17 Ocak sürecinden günümüze kadar rakam net olmasa da onsekizbin (18.000) dolayında Müslüman şahsiyetin gözaltı ve işkencelerden geçtiği ve bunlardan en az yarısının cezaevlerine konulduğu bilinmektedir. Cezaevlerine konulanların büyük bölümü mahkemelerde Hizbullah üyesi olarak yargılanmış, camilerde Kuran dersi aldığından veya ders verdiğinden dolayı ceza almıştır. Hizbullah ile bir diyalog dahi keyfi cezalandırılmalar için yeterli sayılmıştır. Gözaltı, işkence ve cezaevi sürecini yaşayanlar manevi olarak yıpratıldığı gibi, birçoğu işini, mesleğini veya okulunu kaybetmiş ve maddi olarak mağdur edilmiştir. Mağdurların aile ve akrabaları da yıllarca aynı şekilde mağdur edilmiş, çoğu zaman rejimin taciz, tehdit ve psikolojik baskılarına maruz kalmışlardır. 17 Ocak süreciyle birlikte yapılan en büyük propagandalardan biri de Hizbullah cemaatinin ağır darbe aldığı ve çökertildiği şeklindeydi. Yapılan her operasyonda yakalananlardan biri Hizbullah’ın yeni lideri diye lanse ediliyor ve örgütün çökertildiği kamuoyuna açıklanıyordu. Rakamlardan da anlaşılacağı gibi uygulanan vahşetin boyutu büyük ve mağdur edilen insan sayısı çok fazladır. Bunların bir kısmının Hizbullah cemaatiyle direkt bir ilişkisi olmadığı halde bir an öyle olduğunu düşünelim. İslam’ı amaç edinmiş ve bu uğurda mücadele veren Hizbullah, onların düşündüğü anlamda bir yapılanma değildi ki mensuplarının ele geçirilmesiyle çöksün. Hizbullah’a gönül vermiş tüm bireyler yakalansa, Allah muhafaza tamamı yok edilse de Müslümanlar açısından mağlubiyet değildir. İslam dini ve davası bakidir, mutlaka uğrunda hizmet edecek nesiller olacaktır. Zahirde mağlubiyet yaşayanlar ise gerçekte kendi görevlerini yerine getirmekle ve Rabbin rızasına kavuşmanın ümidiyle mağlup değillerdir. Nerede olursa olsun tüm müminlerin görevi, mükellefiyetlerini yerine getirmek ve İslam için çalışmaktır. Dünyada muvaffak olabilme Allah’ın takdiridir ve dilediğine verir. Amacı sadece ilahi rızayı kazanmak olan, halkla bütünleşmiş ve mükellefiyetlerini yerine getirebilmeyi en büyük başarı olarak gören bir hareketin işkence, zindan ve şehadetle bitirilemeyeceği gerçeğini Kemalist rejimin anlaması mümkün değildi. Hizbullah mücadele sahnesine çıktığından beri üstlendiği misyonu en iyi şekilde yerine getirmiş ve başta Kürdistan bölgesi olmak üzere tüm ülkede İslami hizmet ve çalışmalarda yeni bir çığır açmıştır. Rejim güçlerinin baskı ve dayatmaları müminlerin imanlarını artırmak ve davalarına olan bağlılıklarını pekiştirmekten öte bir işlev görmemiştir. Bu bağlamda musibetlerin her zaman var olacağı bir gerçektir. Önemli olan davadan taviz verilmemesi ve yürütülen misyona sahip çıkılmasıdır. Şehid Rehber bu durumu izah ederken gerçek mağlubiyetin ne olduğuna şu şekilde işaret etmektedir. “İslam için mücadele ederken yakalanmak, öldürülmek, öldürmek, esir edilmek mağlubiyet değildir. Bu konuda bireysel ya da Cemaatsel olarak sapmak mağlubiyettir.” İslam davası uğruna mücadele verilirken tağuti ve zalim güçlerden iyi niyet ve merhamet beklenemeyeceği bilinmelidir. Günümüzde Kemalizm ve benzeri tağuti sistemler İslami değerlere göz yumuyor gözükmeleri tamamen taktiksel bir durumdur. Kendileri açısından tehlike olacağını düşündükleri her kişi, kurum veya kuruluş ile değerlere saldırmak ve linç etmekten geri kalmazlar. Demokratik hukuk sistemi ve demokrasi içersinde mücadele söylemlerinin hem rejim hem de dünyadaki sözde tüm demokratik devletler açısından safsata ve yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Rejimin demokrasisi yaptığı operasyon ve linçlerle tescillenirken tüm dünyanın zorba rejimleri ise Gazze de yaşananlarla ne kadar demokrat olduklarını ispat etmişlerdir. İslami hareket ve Müslümanların gerek geçmişte maruz kaldığı zulümlerden gerekse bugün dünya genelinde Müslümanlara karşı yürütülen zulüm ve ikiyüzlü politikalardan çıkarılması gereken en büyük ders, Müslümanların Rablerinden başka hiç kimselerinin olmadığını bilmeleri ve sadece O’na güvenip dayanmalarıdır. O’nun yolunda olur, rızasına nail olursak, O bize yeter. Dünyanın neresinde olursa olsun tüm Müslümanlar hesaplarını buna göre yapmalıdır. Göreceli rahat ortamlar veya demokrasi söylemleri Müslümanları oyalamak ve kontrolde tutmak için uygulanan şeytani taktiklerdir. Küfür sistemleri kendileri için tehlike hissettikleri zaman demokrasiyi de, tüm kutsal değerlerini de rahatlıkla ayaklar altına alır, İslam’a ve Müslüman halklara saldırmaktan geri kalmazlar. Yukarıda da izah ettiğim gibi Gazze bunun en açık örneğidir. Gazze’de sadece Siyonistler katliam işlememektedir. Onlara destek veren, göz yuman ve sessiz kalan tüm devletler suç ortağı olduğu gibi demokrasi ve insan haklarından kastlarının ne olduğu da bir kez daha ortaya çıkmıştır. Müslümanlar, İslam düşmanlarından ve kâfirlerden merhamet beklemeye veya onların gölgesinde zilletle yaşamaya mahkûm değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun tüm müminler kendi ayakları üzerinde durabilmek için çaba göstermek ve güç olmak zorundadır. Bunun da yolu bilinçli, düzenli ve örgütlü bir çalışmadır. Kâfirlerin kendi batıl davaları ve dünyaları için ne kadar çalıştıklarına bakılıp ders ve ibret alınmalı, sorumluluk bilinci taşıyan her mümin kendi davası için onlardan daha çok gayret göstermelidir. Müslümanlar nerede olursa olsun birbirlerine karşı hüsnü zan beslemeli ve İslam kardeşliğini esas edinmelidirler. 17 Ocak 2000 süreciyle Hizbullah cemaatine yönelik başlatılan operasyonlarla birlikte kendisini İslami olarak tanımlayan kişi, dernek, vakıf ve basın yayın organlarının birçoğu maalesef rejimin propagandalarına kapılarak operasyonlara tepkisiz kalmış, hatta birçoğu Hizbullah aleyhine yazmış, eleştirmiş ve konuşmuştur. Oysa sorumlu her Müslümanın: Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz. (Hucurat S: 6) ayetini esas alması, rejim tarafından üretilen yalanlara kanmaması gerekiyordu. Tüm Müslümanlar bu ve benzeri durumlardan ders almalı, İslami kişi, kurum ve kuruluşlara karşı hüsnü zan taşımalı ve İslam düşmanlarının haber ve propagandalarına kapılmamalıdır. Yoksa Allah muhafaza fark edilmeden küfür ile aynı safta yer alınabilir ve bu da çok büyük bir musibet olur. Sonuç olarak yüce İslam; uğruna her değerin feda edileceği kadar büyüktür. İlahi rızaya kavuşmak isteyen her fert tüm benliği ile İslam davası için çalışma gayretinde olmalıdır. Bu yolda çile, sıkıntı, eziyet ve işkencelerin olacağı bilinmelidir. Sorumlu Müslüman dünyasal tüm değerlerini İslam davası uğruna feda etmeyi göze almalı ve dünyasal varlıklardan tecerrüd edebilmelidir. Bunu belirtirken illaki herkes işkence görecek ve zindanlara atılacak şeklinde anlaşılmasın. Keşke Müslüman birey her zaman en rahat şartlarda davasını tebliğ edip mükellefiyetlerini yerine getirebilsin. Küfür sistemlerinin İslam dinine ve Müslüman halklara olan düşmanlıklarından dolayı bu pek de mümkün olmamaktadır. Bu nedenle Müslümanlar bilinçle hareket etmeli, her zorluğa hazır olmalı ve davasından taviz vermemelidir. Yine Müslüman birey ne olursa olsun Akidesine saldırılmasına sessiz kalmamalı ve taviz vermemelidir. İslami akidemizin varlık nedenimiz olduğu unutulmamalıdır. Hizbullah cemaatine yapılan imha girişimleri ve zulümler ülkede kendisini Müslüman olarak kabul eden ve İslam’a hizmeti esas edinen her birey veya grup için de ders ve ibret olmalıdır. Kemalist rejimin İslami değerlere düşman olduğu bilinmeli, uyanık olunmalı ve rejimin göreceli rahat ortamına adlanılmamalıdır. Rabbim, uğruna mücadele eden tüm müminlere yollarını açsın, onları küfrün hile ve şerlerinden muhafaza etsin. Allah’a emanet olun…… ABDULLAH HOCAOĞLU |