Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
Cemaat içinden ve dışından alternatif yapı ve oluşumların oluşturulmaya çalışılması:
Rejimin istihbarat ve güvenlik birimlerinin Hizbullahi harekete karşı kontra faaliyetleri kapsamında mücadele verdiği bir başka cephe ise: cemaat içinden ve dışından alternatif yapıların oluşturulması ve bu sayede cemaatin zayıflatılarak dağıtılmasına çalışmalarıdır. Bu hususta daha önce yazdığım için “REJİM’İN HİZBULLAHİ HAREKETE KARŞI DERİNDEN MÜCADELESİNİN KARANLIK VE KİRLİ PERDELERİ”adlı dizi yazının 15. Bölümünü bir kısmını tekrardan buraya alıyorum.
… Bu bölümde, rejimin derin devletine bağlı güçlerin Hizbullahi Hareketi bölmek, parçalamak ve gücünü zayıflatmak için oluşturmaya çalıştığı alternatif olabilecek yapılar ve oluşumları ele alacağım. Üç örnekle (Biri MİT’ten, biri JİTEM’den ve biri de Polis İstihbaratından olmak üzere) bu konuyu izah etmeye çalışacağım.
İbrahim Sarıaltun, polisle işbirliğine başladıktan sonra gösterdiği başarılar nedeniyle MİT’e kaydırılmış ve çok daha önemli faaliyetler icra etmiştir. Yukarıda bahsi geçen alternatif yapılanma ve oluşumlar hakkında detaylı bilgiler verirken bu projelerden bir tanesi hakkında şu bilgiyi verir: “Bölge kökenli Molla, Şeyx, Seyyid ve dindar olarak bilinen bürokratlardan müteşekkil bir grup tarafından MİT’in tasarladığı bir proje dahilinde bir vakıf kuruldu. (bu vakfın ismini ve bu grupta yer alanların isimlerini şu anda vermeyeceğim) Bu vakıf hem İslami hem de Kürd halkının dikkatini çekecek milliyetçi çağrışımlar yapan bir isimle kuruldu. Kurucuları, hem dindar hem de milliyetçi vasıflara sahip, popüler, bölgenin Seyyid, Şeyx ve Molla ailelerine mensup; bazıları zamanında Hizbullahi Harekete yakınlıkları ile tanınmış ve daha sonra uzaklaşmış, bölgede dindar olarak tanınan bürokrat, eski ve yeni milletvekillerinden oluşuyordu. Bu şahıslar ve oluşumları, zahirde rejim muhalifi söylemlere sahip ve Kürd’lere yönelik olarak faaliyet gösterecek ve bu yapıları ile Hizbullahi Harekete alternatif bir güç olarak onun gücünü ve etkinliğini kıracaktı. Ayrıca bu oluşum bölgede ve Türkiye genelinde faaliyet gösteren ve bölge kökenli diğer grup ve oluşumları da kontrol altına alarak kendi bloklarına alacaklardı. Bu oluşum sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacak Hizbullahi Hareketin yurtdışındaki imajını karalamak için de faaliyet gösterecekti. Nitekim Güney Kürdistan’daki İslami Hareketlere giderek Hizbullahi Hareket aleyhinde kulis faaliyetleri yapmışlardı. Filistinli ve Lübnanlı İslami Hareketler nezdinde de aynı girişimlerde bulunmuş; kulis faaliyetlerini icra edeceklerdi.” MİT’in bu projesi kamil anlamda oturtulmadan İbrahim Sarıaltun’un yakalanmasıyla cemaat tarafından deşifre edildi. Deşifre olduktan sonra plan başarısızlığa uğrayıp akim kaldı.
İkinci örneğimizi JİTEM’den vereceğiz. Önceki bölümlerde şahsı ve faaliyetleri hakkında bilgi verdiğimiz Ali Haydar Kaya. JİTEM’in kontrolünde gelişen bir proje hakkında çok detaylı bilgiler verir. Bu projenin detaylarına geçmeden önce projenin başaktörü hakkında ismini vermeden biraz bilgi verelim.
Silvan’da ikamet eden molla etiketli bir şahıs cemaat ile beraber iken, cemaat onu İslami hizmetler için teşvik eder ve ön plana çıkarır. Bu şahıs mağrur nefsi kabararak cemaat ile sorunlar yaşamaya başlar. Aynı zamanda bu şahıs ünlü bir jitemcinin oğlu üzerinde alaka yapar. Bu genç daha sonra babasının öldürülmesiyle onun yerine geçer ve jitemin önemli bir elemanı olur. Hem Ali Haydar Kaya hem de bu genç bu şahıs üzerine çalışır ve onu cemaat aleyhinde kışkırtarak ayrılmasını sağlarlar. Bu şahsın cemaatle sorun yaşamasındaki bir başka neden de; Şia akidesini ve Caferi mezhebini ön plana çıkararak tefrika ve fitne çıkarmaya yönelik gayretleri idi. Cemaat, “hiç kimsenin akide ve mezhebine karışmama” prensibi gereği bu şahsın da akide ve mezhebine karışmadı. Ancak bölgede böyle bir gayret içerisine girmemesi gerektiğini, sorunumuzun akide ve mezhep olmadığını bu gayretlerin bölgede tefrika ve ihtilafların baş göstermesine sebep olacağını asıl işimizin İslam’a hizmet olduğunu ifade ederek onu hizmete teşvik ediyordu. Ancak bu şahıs kendi bildiğini okudu ve cemaatle yollarını ayırdı. Yolunu ayırdıktan sonra cemaat kendisine karışmadı. Bu şahıs beraberinde azda olsa bir grup insanı götürdü. Ali Haydar Kaya Cemaat tarafından yakalanınca işin perde arkası aydınlandı ve işin içinde hangi maksatların olduğu ortaya çıktı. Halbuki o zamana kadar cemaat bu projeden haberdar olmadığı gibi ayrılmanın da tamamen nefsi, akidevi ve mezhebi farklılıklardan kaynaklandığını biliyor ve karışmıyordu. A. Haydar Kaya bu proje hakkında şu bilgileri verir:
“Söz konusu şahsın cemaat ile akidevi ve mezhebi sorunlar yaşadığı JİTEM tarafından fark edilince bu sorununa el atılarak bir projeye dönüştürüldü. Şia akidesi ve Caferi mezhebinin bölgede yaydırılarak hem cemaate alternatif bir yapının oluşturulması hem de bölgede Şii-Sünni tefrika ve ihtilafının baş göstermesi ekseninde cemaatin gücünün ve desteğinin kırılması hedeflendi. Bu maksatla söz konusu şahıs desteklenerek yönlendirildi. Bu şahıs ve arkadaşları İran’a gönderilerek “İran destekli” imajı yaratıldı. Ondan sonra bir kısım elemanları İran’a eğitime gönderildi. Bununla beraber İran’dan molla kisvesinde bazı şahıslar davet edilerek bu güruhun elemanlarına moral ve destek maksatlı sohbetler düzenlendi. Bu güruh İran destekli ve ilim ehli bir imaja kavuşturuldu. Bölge Müslümanlarının İran’a olan sempatileri hesaba katılarak özellikle İran destekli gösterme gayretleri bölge Müslümanlarının bu sempatilerini celbetmeye yönelikti. Bu güruh, bütün gayretlerini bölgede cemaat aleyhinde yoğunlaştırarak Şia propagandası yapmaya başladı. Bununla yetinmeyip insanları cemaatten ayırmaya, mut’a nikahı adı altında insanları fuhşa bulaştırarak fesat çıkarmaya başladı.”
İşin bu boyutlara varması cemaati harekete geçirdi. Bu güruhun bazı elemanları yakalandı baş aktörleri ise o zaman kaçmayı başardı.
Üçüncü örneğimiz ise Polis’in tasarlayıp oluşturduğu “İslamcı Mafya” projesidir. Polis, bu proje ile birkaç maksadı birlikte elde etmeyi hedeflemişti.
Birincisi; Hizbullahi hareketin içinden elemanları katarak cemaatin içine sızıp iğfal yollarını açmak ve cemaat yapısında gedikler açarak fesat çıkarmak.
İkincisi; Hizbullahi hareketi kamuoyunda mafya ve çıkarcılıkla özdeşleştirip lanse etmek ve bu yolla yüce hedeflerine halel getirmek.
Üçüncüsü; Hizbullahi hareketi hem içte hem de dışta İslami camiada sabıkalı duruma düşürmek.
Polis, direk olarak bu organizasyonları cemaat içerisinden oluşturamadı. Bu nedenle cemaatle herhangi bir şekilde, (sempatizan, cemaat mensupları ile akrabalıkları bulunan…) münasebetleri bulunan ve İslamcı geçinen şahıslar vasıtasıyla çeteler oluşturup işe başladı. Ondan sonra yavaş yavaş cemaat içerisinden ulaşabildikleri ya da iğfal ettikleri kişileri bu organizasyonların içine almaya başladılar. Nitekim daha sonra itirafçı olacak Şaban ….. gibileri bu tür şebekelerin içine çekildi ve yanlarında bulunan cemaate ait silahlardan da suistifade edilmek istendi. Cemaat bu tür faaliyetlerin kokusunu alır almaz müdahale etti ve büyük bir tuzak Allah’ın yardımı ile akamete uğratıldı. Nesim Malki cinayeti böyle organizasyonların uzantısıdır. Cemaat kendisine karşı kurulan bu tuzağı fark etti ve bertaraf etti. Ancak ne yazık ki cemaat dışında kalan diğer İslami grupların kendilerini bu tehlikeden muhafaza etmede ne kadar hassasiyet gösterdikleri, ne kadar farkında oldukları veya ne kadar tedbir aldıkları hususunda sevindirici bir ifade kullanmakta zorlanıyorum. Nitekim bu tür tuzaklara düşen bazı kesimler hakkında duyumlar alınmaktadır.
Polis’in İslami hassasiyetlere sahip Müslümanlara yönelik bu tür tuzakları kurmaya ve onları bu tuzaklara düşürmek için elinden gelen gayreti göstermeye devam ettiği; yakın dönemde icra ettiği bazı operasyonlarla da açıkça görülmektedir.
Kontra faaliyetleri için verilen eğitimler:
Devletin her üç istihbarat ve güvenlik birimi kazandıkları ajan, muhbir ve işbirlikçileri cemaate karşı kontra faaliyetlerde kullanmak için özel eğitime tabi tutmuşlardır. Bu eğitim hem teorik hem de pratik alanda verilmiştir. Mit, kullanacakları elemanları Bolu-Düzce ve Yalova üçgenindeki kamplarında özel eğitime tabi tutmuştur. Jitem; bölgedeki karakol ve kışlalarda bu eğitimi vermiş. Mesela Silvan jandarma komutanlığında, Hasankeyf’in çevresinde bulunan bir karakolda ve hatta Kuzey Iraktaki Birleşmiş Milletler bayrağı temsilciliği adı altında kullandığı karakollarda ajan ve muhbirlere bu eğitim verilmiştir. Polis de aynı şekilde belirli polis karakollarında ve çevik kuvvet merkezlerinde eğitim vermiştir.
Evet devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinin karakol, kışla ve kamplarında eğitim verilmiş, eğitilenler olmuştur. Ancak, bunlar Hizbullahi harekete karşı kontra faaliyetler göstermek için ve hareketi ifsat etmek için eğitilmiş ve yetiştirilmişlerdir.
Rejimin istihbarat birimleri cemaati El-Kaide ile ilişkilendirmek ve dış destekli olduğunu lanse etmek için bir çok yola başvurdu. Hatta medyada bu yönde birkaç haber bile yayınlattı. Ancak bütün gayretlerine rağmen bunu başaramadı.
Şu anda da rejimin güvenlik ve istihbarat birimleri bu çalışmalarından vazgeçmiş değildir. Şu anda da cemaate karşı alternatif yapılara destek vermekte ve yenilerini türetmeye çalışmaktadır. Özellikle Kürdistan’da el-kaide bağlantılı ve buna zıt olarak da şia akidesini taşıyan birimler oluşturmaktadır. Alttan alta bir faaliyet vardır ve biz de bunun farkındayız. ellerinden gelse çok daha fazlasını da türetecekler.
Hizbullahi hareketin en çok uzak durduğu, en istemediği ve adete şeytandan kaçarcasına kaçtığı şey hareketin rejim ile ilişkilendirilmesi ve adının rejim ile anılmasıdır. Bunu küfürle eşdeğer tutmaktadır. Çünkü laik-kemalist rejimin küfür rejimi olarak görür. İstihbarat birimleri de bunu bildiğinden Hizbullahi hareketi halkın nazarında meşkuk duruma düşürmek ve teveccühü kırmak için bu noktadan saldırmakta ve yüklenmektedir. Bunu tüm imkanlarını seferber ederek yapmaktadır. Bürokratlarını, siyasetçilerini, medya mensuplarını ve nüfuz edebildiği her kurumu ve kişiyi kullanmaktadır. Ve en çok istifade ettikleri kesim ise kendi etki alanları içerisinde bulunan ve İslamcı diye bilinen kesimlerdir.
Mesela TBMM faili meçhul komisyonunun hazırladığı rapora Hizbullah ismini koyması hadisesi! Bunu Saygı Öztürk’ün “Bu iddialar Emniyet Müdürünü Kanser Etti”/ spothaber. Sitesinde yayınlanan yazısında nasıl kurgulandığı açıklanmaktadır. Bülent Orakoğlu, Jitemci Arif Doğan bunların hepsi 90 ile 2000 yılları arasında bu işlerin başında bulunan ve bu kontra faaliyetlerini organize eden ve yürüten kişilerdir. Hizbullah’ı devlet destekli gösterme fikrini ortaya atanlardır.
Hasılı kelam durum bundan ibarettir. Hizbul-kontra rejimin istihbarat ve güvenlik birimlerinde Hizbullahi harekete karşı etkin bir şekilde kullanılmıştır. PKK’ya karşı da kısmen kullanılmıştır.
Durum bundan ibaretken zaman zaman kamuoyunda Hizbullah hakkında şüphe uyandırmak ve gelişmeleri baltalamak için hizbullahı hazmedemeyenler köhneleşmiş bu iddia ve ithamları ortaya atıyorlar. Bunların büyük bir kısmı zaten Hizbullahi harekete düşmandır.