Bir Ayet:
Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur. Ahzap/36
Bir Hadis: Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.
E – KADERE, HAYIR VE ŞERRİN ALLAH’TAN GELDİĞİNE İMAN
Bismihi teala
Kader konusuna girmeden önce bazı hatırlatmalarda bulunmakta fayda vardır.
Bu dünya hayatı bir imtihandan ibarettir ve insan, bu dünyada bir hayat sınavından geçmektedir. Dolayısıyla insana; tabi tutulduğu hayat sınavına denk gelecek şekilde ilim, akıl, kabiliyet, zeka ve kuvvet verilmiştir. Bunlar, sınavın gerektirdiği ölçüde sınırlıdır. Bununla birlikte insana hür irade verilmiştir ki, sorumlu tutulduğu Allah’a kulluk görevi konusunda kendi seçimini kendisi yapsın. Çünkü sınav, beraberinde gizliliği ve serbestliği getirir. Dolayısıyla hem insana ve özelliklerine, hem de İslam’ın emir ve yasaklarına bu bakış açısıyla bakılması gerekir.
Mesela; Allah’ın varlığı ve vasıfları vahiy yoluyla bize bildirilmiş ve onlara iman etmemiz istenmişken, O’nun zatı hakkında bir bilgi verilmemiş, hatta kavrayamayacağımız, çünkü düşünebileceğimiz hiçbir varlığa benzemediği ve insanın hayal bile edemediği bir varlık olduğu bildirilmiştir. Yine ruh, melek, cin, cennet ve cehennem gibi konulardan bahsedilmiş ancak tam olarak mahiyetlerinin nasıl olduğu bildirilmemiştir. Ancak insana, bütün bunların varlığını mümkün gören, vasıf ve fiillerini idrak edebilen bilgi, akıl, zeka ve yetenek verilmiştir.
Eğer böyle olmazsa, insana sınırlı bilgi ve akıl verilmiş olmazsa, eğer bu konuların hepsinin mahiyeti tam olarak insana bildirilse veya tam olarak idrak edebileceği bilgi, akıl, zeka ve yetenek verilmiş olsa, o zaman imtihanın bir anlamı olmazdı. Zaten her şey bilinir ve idrak edilirdi. İnsanın kendi gayretini, iyi niyetini, samimiyetini ve dürüstlüğünü ortaya koyarak seçimini yapmasının bir anlamı kalmazdı. Aşikar olan bir şey konusunda, inanıyor musun, inanmıyor musun demek manasızdır. Çünkü böyle bir durumda inanmama gibi bir seçenek yoktur.
Bazı konuların İslam alimleri tarafından farklı yorumlanması ve böylece görüş ayrılıklarının oluşması, bazı konuların yorumsuz bırakılması ve izah edilmemesi, bazı konulara cevap verilmemesi vs hep bu yüzdendir. Haber verilen, ancak imtihan gereği mahiyetleri hakkında detaylı bilgi verilmeyen konular olmasındandır. Örneğin; ecel, kader, kaza, cin, ruh gibi konular bu cümledendir. Bu konularda bazı İslam alimleri, insanların kafasında oluşan şüphe ve tereddütleri giderme niyetiyle yorum ve izahatlar yapmış, bazı İslam alimleri kendi aralarında bunları müzakere etmiş ve tartışmış, ancak çok farklı yorumlar ortaya çıkmıştır.
Ancak şu bilinmelidir ki, hakkında bilgi verilmeyen bir şeyden Allah (cc) kimseyi de sorumlu tutmamıştır. Örneğin; meleklerin varlığına inanmamız istenmiştir ancak onların mahiyetini tam olarak bilmek konusunda bir sorumluluğumuz yoktur. Yine, cinlerin varlığına inanmamız gerekmektedir ancak, şekilleri, nasıl yaşadıkları, nerelerde yaşadıkları, nasıl çoğaldıkları, nasıl konuştukları vs gibi konulardan dolayı bir sorumluluğumuz yoktur.
Kader ve kaza konusu da; İslam alimleri tarafından farklı yorumlanan, hatta bazıları tarafından zor, anlaşılmaz ve dini bir sır olarak tarif edilen bir konudur. Çünkü bu konuda insan aklının alamayacağı ve kavrayamayacağı nice hususlar vardır. Ancak bildirildiği kadarıyla iktifa etmek ve inanmak gerekir. Bildirilmeyen ve aklın sınırlarını zorlayan hususiyetlere yorum getirmek bizim işimiz değildir. Yanlışa sapmak söz konusudur. Eğer Allah dileseydi bunların mahiyetini bildirirdi. Allah (haşa) unutkan olmadığı gibi hata da yapmaz, O her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır.
Şimdi bu izahattan sonra Kader, Kaza, Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiği konusunda bilinmesi gerekenlere bakalım.
Kader ve kaza konusunda toplumumuzda maalesef yanlış bilinç ve inanışlar vardır. Çoğu kez kader ve kaza birbirine karıştırılmakla birlikte, her birine yanlış anlamlar da yüklenmektedir. Bunda, konunun zorluğunun da etkisi büyüktür. İslam alimlerinin bu konudaki farklı yorumları bir başka önemli etkendir. Bundan dolayı bu konuda en yaygın ve genel olan Eş’ari ve Maturidilerin görüşlerini alıp buna bir de İmam Nevevi’nin görüşünü ekleyip konuya açıklık getirmekte fayda vardır. Bundan sonra da, bu konuda bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken temel hususların belirtilmesi lazımdır. Ta ki yanlışlıklara girilmesin.
Kader; kelime olarak ölçü, ölçme, miktar, takdir ve tahsis etmek anlamlarına gelir, miktar ve hududu ifade eder.
Kazanın kelime anlamı; bir şeyi hükme bağlamak, tamamlamak, icat, meydana getirmek anlamlarına gelir ve yapılanı ifade eder.
Kader ve kazanın ıstılahtaki manalarına gelince; itikada taalluk eden bu konu hakkında İslam alimleri farklı görüşler belirtmiş ve itikadi mezhepler ortaya çıkmıştır.
Bu konuda Maturidiler şöyle demektedir:
Kader : “Allah’ın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanını, mekanını ve bütün sıfatlarını bilip, ezelde o mahiyyet ve şekilde takdir ve tahdid etmesidir.”
Kaza : “Allah’ın ezelde takdir ve irade etmiş olduğu şeyleri, zamanı gelince takdirine uygun olarak yaratmasıdır.”
Bu konuda Eş’ariler ise şöyle demektedir:
Kader : Allah’ın, her şeyi, vakti gelince ezeli ilmine uygun olarak irade ettiği şekil ve vasıfta yaratmasıdır.
Kaza : Allah’ın bu kainatta meydana gelecek şeylerin hepsini nasıl, ne zaman, hangi şekil ve özelliklerde olacaksa, ezelde öylece bilmiş ve ezeli ilmine uygun olarak dilemiş olmasıdır”
İmam Nevevi kader’i şöyle tarif ediyor : Olacak şeyleri muayyen zaman ve mekanlarda vücut bulacağı vasıflar üzerine takdir etmesidir. Kaza ise takdir edilen eşyayı, zaman, mekan ve vasıflar üzerine icad etmesidir. Binaenaleyh, kader, ilim sıfatının şubesi olduğu gibi kaza da kudret sıfatının şubesidir.
Konuyu fazla uzatmadan ve zorlamdan özetle şunu söylersek;
Kader; meydana gelmiş ve gelecek her hadise için Allah’ın takdir ettiği plan ve program anlamına gelir ve bu, Allah’ın ilim ve İrade sıfatına bakar.
Kaza ise; meydana gelmiş ve gelecek her hadiseyi, Allah’ın, takdir ettiği plan ve programa göre yaratması anlamına gelir ve bu, Allah’ın Kudret sıfatına bakar.
Kader ve Kaza; ister Eşarilerin, isterse Maturidilerin yaptığı tanım gibi olsun hakikati değiştirmez. Şöyle ki;
1-Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. O’nun bilmediği hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey O’nun bilgisi dışında değildir.
2-Kainatta cereyan eden her şey Allah’ın dilemesiyle olur. O’nun dilemediği hiçbir şey olmaz.
3-Allah, bütün kainatı yaratmış ve büyük-küçük her şeye bir düzen ve şekil vermiş. Dolayısıyla kainatta cereyan eden her şey, Allah’ın kendisi için belirlemiş olan program dahilinde vücut bulur.
4-Allah, insanı bu dünyada bir hayat sınavından geçirdiğinden, hayrı da şerri de yaratmış ve bu nedenle kendisine bir irade (seçme hürriyeti) vermiştir ki, seçimini yaparak tercihini ortaya koysun.
5-İnsan, irade sahibi kılındığı için kendi amellerini kendisi belirleyip seçmekte ve dolayısıyla bunlardan dolayı sorumluluk taşımaktadır.
Allah (cc), bütün kainatı ve içindekileri bir düzen ve intizam üzere yaratmıştır ve böylece her şey Allah’ın takdir ettiği plan ve program dahilinde meydana gelmektedir. İnsanın ana rahminde şekillenmesinden, büyüyüp gelişmesine, konuşma, görme, duyma, hissetme ve hareket etmesine kadar her şey bir program dahilinde meydana gelir. Bu gibi şeylerde insanın hiçbir tesiri ve iradesi söz konusu değildir. Bundan dolayı bu gibi hususlardan sorumlu da değildir. Ancak ortaya koyacağı tavır ve tutumlarında, yapacağı amellerde seçimini kendisi yapmaktadır. Bu konuda Allah (cc) ona bir hürriyet vermiş ve tercihini ortaya koymasını istemiştir. Burada insanın iradesi söz konusudur ve bundan dolayı da insan sorumluluk sahibidir. Mesela; insanın namaz kılması emredilmiştir. İnsan namaz kılıp kılmama konusunda seçimini kendisi yaptığı için sorumluluk sahibidir ve yapmadığından dolayı suçlu görülür.
Burada şu hususa dikkat edilmesi gerekir. İnsan fiillerin yaratıcısı değildir. Sadece seçicisidir. Fiillerin yaratıcısı Allah’tır. Örneğin bir ağacın çekirdeğinde, o ağacın bütün bir programı vardır. Allah o çekirdeğe öyle bir özellik vermiş ve onu öyle bir programa bağlamıştır ki, toprağa atıldığı zaman, uygun iklimi bulduğunda filizlenir ve büyüyüp gelişerek ağaç olur. Bu konuda insanın hiçbir irade ve katkısı yoktur. Ancak elinde bir çekirdek olan insan, isterse onu eker, isterse ekmez. Ektiğinde ve çekirdek ağaca dönüştüğünde, onu insan yaptı denemez. Ancak şöyle denebilir. İnsan, o ağacın yeşermesini istedi, buna sebep oldu, Allah’ın çekirdek için takdir ettiği programa uygun hareket ederek çekirdeği toprağa bıraktı, Allah da ağacın meydana gelmesine izin verdi.
Bu bakımdan; insanın tercihi ve seçmesi olmadan Allah insana zorla bir fiil yaptırıp onu sorumlu tutmaz ve cezalandırmaz. Haşa Allah kullarına zulmetmez.
Onun için, ne yapayım elimden bir şey gelmez, kader…deyip insana verilen iradeyi bir kenara atmak ve insanın sorumluluk sahibi olduğunu unutmak, Allah’a (cc) ve Ahirete inanan bir Mü’minin işi değildir, olamaz. Aynı şekilde, eğer Allah (cc) istemeseydi bana şu şu fiilleri yaptırmazdı deyip kendi tercihinin eseri olan fiillerin suçunu Allah’a (haşa) mal edemez. Gerek yapması gereken hayırlar ve gerekse yaptığı şerler konusunda sorumluluktan kaçamaz. Birincisini yapmakla, ikincisinden kaçınmakla mükelleftir.