Cemaatın ortaya çıktığı 1980’lı yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik,
siyasi, toplumsal ve kültürel durum, o dönemde yaşanılan ideolojik ve siyasi
çatışmalar, var olan İslami grupların kendilerini ifade ve tanımlama şekli,
İslami mücadele adına yürütülen faaliyetlerin ne derece İslami olduğu, niteliği
ve niceliği, İslami kesimin yaşadığı düşünsel ve fikri sorunlar, teferruata ait
fıkhi konularda yapılan kısır tartışmalar, teori ve pratik arasında yaşanan
çelişkiler, cemaatleşme yöntemleri ve mücadele metodu üzerine yapılan
tartışmalar ve bunların bir türlü pratize edilemeyişi, oluşturulan sun’i
gündemler, heder edilen zaman ve insan kaynakları üzerine söylenecek çok şey
vardır. Ancak, amacımız o dönemi başlı başına detaylıca ele alıp değerlendirmek
ve tahlil etmek olmadığından, Cemaatın kuruluşunu ve mücadele sahnesine çıkışını
ele alırken, o döneme de kısaca değineceğiz.
Cemaatin mücadele sahnesine çıktığı dönem ve o dönemde İslami kesimin yaşadığı
sorunlarla ilgili kısaca şunu söyleyebiliriz; O dönemde İslami mücadele diye
nitelendirilen faaliyetler içerisinde yer alan Müslümanlar, o güne kadar legal
yollarla, rejimin kontrolünde ve rejimin tayin ettiği sınırlar içerisinde
kalınarak verilen mücadele ile İslami hedeflere ulaşamayacaklarını, o zamana
kadar mücadelede takip edilen yol ve yöntemlerin yanlış ve gayr-ı İslami olduğu
sonucuna varmışlardı. İslami mücadelede takip edilecek yol ve yöntemlerin İslami
olması gerektiğini, gayr-ı İslami yol ve yöntemlerle verilecek bir mücadelenin
İslami mücadele olamayacağı gibi, bu yol ve yöntemlerle İslami hedeflere
ulaşılamayacağına inanmışlardı. Bütün bu konular Asr-ı Saadet devri ve İslami
nasslar esas alınarak yoğun bir şekilde tartışılıyor ve Müslümanların gündemini
teşkil ediyordu. Bu teorik tartışma ve sorgulamalar, İslami kesimde düşünce
ayrılıklarına ve pratikte ayrışmalara sebep oluyordu.
Cemaat rehberi ile Cemaatın kuruluş ve yapılanmasında öncülük eden ilk kadrolar
başta olmak üzere, o zamanki İslami faaliyetler içerisinde faal olarak bulunan
şuurlu, sorumluluk sahibi ve samimi birçok Müslüman, genel olarak İslami kesimin
o dönemde içinde bulunduğu kötü gidişatı ve yaşadığı sorunları görüyor, İslami
davanın zararına olan bu kötü duruma bir çözümün bulunması gerektiğine
inanıyorlardı. Ciddi olarak rahatsızlık veren bu sorunlara çözüm bulmak ve bu
bunalımlı dönemi aşmak için hem düşünsel ve hem de pratik alanda yoğun çaba
harcıyorlardı. Neticede bu Müslümanlar, yaşanan bu sorunların o güne kadar
mücadelede takip edilen gayr-ı İslami metod ve yöntemlerden kaynaklandığını,
mücadelede ve cemaatleşmede Peygamberimizin takip edip pratize ettiği Nebevi
metoda ve İslami ölçülere uygun hareket edilmesi gerektiği hususunda ortak bir
fikir ve kanaatte birleşiyorlardı.
O dönemin yoğun teorik tartışmaları içerisinde Müslümanların bu ciddi sorunu ya
ihmal ediliyor veya bazı kesimler tarafından gayri ciddi, geçici ve basit
yaklaşımlarla ele alınıyordu. Nitekim, daha önce farklı yerlerde, bazı fert veya
gruplar tarafından cemaatleşme girişimleri yapılmış ve bunların çoğu
başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Başarısızlıkla neticelenen bu cemaatleşme
girişimleri ve denemeleri sonucu acı olaylar yaşanmış, düşmanlığa varacak
şekilde ayrılık ve ihtilaflar meydane gelmiş ve bu kötü tecrübeler samimi birçok
Müslüman üzerinde olumsuz etki yapmıştı. Bu durum, sorunun daha da ağırlaşmasına
ve çözümsüz kalmasına sebep olmuştu. Cemaatın kurucu kadrosu Müslümanlar, bütün
bu olumsuzlukları ve yaşanan kötü tecrübeleri görüp yaşamakla beraber, samimi
Müslümanların bir cemaat arayışı ve beklentisi içinde olduklarını da
biliyorlardı. Hepsinden önemlisi, cemaatsız İslami mücadelenin verilemeyeceğine
inandıkları için, varolan bütün olumsuzluklara rağmen, Müslümanların o dönemde
yaşadıkları sorunlara çözüm olabilecek, İslami faaliyetlerin heba olmasını
önleyecek, mevcut başıboşluk ve kargaşa ortamı nedeniyle birçok samimi insanın
dökülüp davadan uzaklaşmasının önüne geçebilecek, Müslümanları bu bunalım ve
kargaşa ortamından kurtarıp sağlıklı ve sıhhatli İslami bir mücadele zeminine
kavuşturabilecek yeni bir cemaatleşme sürecinin başlatılmasına inanıyor ve bu
doğrultudaki çabalarını sürdürüyorlardı.
Bu amaçla, Cemaatleşme süreci başlatılmadan önce, İslam dünyasında tarihi süreç
içerisinde ortaya çıkan, varlığını sürdüren veya sürdüremeyen İslami hareketler
ile günümüzde mücadele sahnesine çıkan İslami hareket ve gruplar hakkında
araştırma ve incelemeler yapılıyordu. Aynı şekilde, yerel düzeyde varolan İslami
grup ve cemaatlerin, yapısal ve düşünsel durumları, davet ve mücadele
yöntemleri, o güne kadar ortaya koydukları pratik uygulamalarındaki başarı ve
zaafları araştırılıyordu. Bütün bu araştırma, inceleme ve gözlem neticesinde,
yerel düzeyde Müslümanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek kamil anlamda
kapsamlı ve kuşatıcı bir hareketin olmadığı kanaatına varıldığından, böylesine
ağır, hassas ve önemli bir işe teşebbüs edildi. Müslümanların yaşadıkları ve
karşılaştıkları sorunlar, mevcut imkanlar ve olumsuzluklar, zaman, mekan,
toplumsal dinamikler ve insan unsuru iyice teşhis ve tespit edilmeden ve göz
önünde bulundurulmadan, bilgisizce ve körü körüne böyle bir cemaatleşme
girişiminde bulunulmadı. Hepsinden önemlisi cemaatleşme işi, yerine getirilmesi
gereken İslami bir farize olduğundan, İslami sorumluluk gereği, inanç, güven,
kararlılık ve ubudiyet bilinciyle bu işe teşebbüs edildi.
Bu
inanç ve düşünce temelinde, Cemaatın öncüleri 1979 yılında, o zamana kadar
süregelen tartışmalardan, yanlış ve yetersiz çalışmalardan, içinde bulunulan
kısır döngüden sıyrılarak, Müslümanların özlem ve beklentilerini karşılayacak,
tamamen yeni, özgün ve bağımsız, her konuda İslami ölçüleri ve Asr-ı Saadet
dönemini esas alan, sadece takva, fedakarlık, ihlas ve İslam kardeşliği
temelinde bir araya gelen Müslümanların gönüllü birlikteliğinden oluşan
Hizbullahi Cemaatı kurdular. Çekirdek kadrolardan ve az sayıda ders
halkalarından oluşan faaliyetleriyle işe başlayan bu Müslümanlar, süreç
içerisinde, sabırlı, ihlaslı, kararlı bir seyir ve direniş çizgisi takip ederek,
iç içe geçmiş halkalar gibi birbirine kenetlenerek, yılmadan, yorulmadan, aşk ve
heyecanla faaliyetlerini geliştirerek bugünlere kadar geldiler. Hizbullahi
Cemaat, mensupları yeryüzünde yaşadıkça, İslami hedeflerine ulaşmak ve Allah’ın
rızasını kazanmak gayesiyle, Allah’a kulluk ve ibadet bilinciyle mücadelesini
sürdürmeye devam edecektir.
[
Geri Dön
]
|