Hem Kürdistan’da ve hem de Türkiye genelinde, mücadele sürecinin her döneminde
İslami grup ve cemaatlerin birçoğuyla dostluk ve kardeşlik ilişkilerimiz var
olmuştur. Hiçbir zaman bilerek ve isteyerek ilişkileri zedeleyecek ve koparacak
bir tutum ve davranış içerisinde olmadık. Özellikle 79-91 yılları arasını
kapsayan dönem böylesi ilişki ve irtibatlar için müsait bir ortam olduğundan, bu
süreç boyunca, Türkiye genelinde bir çok grup, cemaat ve İslami şahsiyetle
değişik münasebetlerle her düzeyde ilişkilerimiz, görüşmelerimiz, sohbetlerimiz
ve karşılıklı ziyaretleşmelerimiz oldu. İslami kardeşlik hukuku çerçevesinde bu
ilişkiler samimi ve dostane bir şekilde devam etti.
1991 yılından sonra Cemaat olarak yeni bir mücadele süreci içine girdik. Eski
döneme nazaran mücadele şartlarının ağırlaştığı ve rahat hareket edemediğimiz
yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemde birçok ciddi sorun ve zorlukla
karşılaştık. Bütün bu zorluk ve olumsuzluklara, yaşadığımız hassas savaş
ortamının ağır şartlarına rağmen Türkiye genelinde bir çok İslami şahsiyet, grup
ve cemaatle ilişkilerimizi sürdürmek için azami gayret gösterdik. Kendi
alanlarında bir çok Müslüman’ı temsil ettiğini düşündüğümüz İslami grupların
temsilcileriyle imkanlarımız el verdiği ölçüde görüşmelerimiz uzun süre devam
etti. Cemaat olarak çok zor bir dönem olan ağır çatışma ortamında dahi,
Müslümanlar arası kardeşlik ve dayanışmaya verdiğimiz ehemmiyet nedeniyle bu
ilişkilerimizi ve görüşmelerimizi kesmedik. İrtibatın kopmaması ve dostluk
bağlarının zedelenmemesi için sürekli gayret gösterdik.
Cemaat ile beraber olmayan kişi ve grupları düşman görme, tekfir etme, itham
etme veya dışlama gibi yanlış bir tutum içinde olmadık. Aksine böylesi yanlış
tutum, tavır ve davranışları İslami bilmediğimiz için eleştirdik ve mahkum
ettik. Türkiye’nin değişik bölgelerinde faaliyet gösteren bazı grup ve
cemaatlerle en üst düzeyde sürdürdüğümüz ilişki ve görüşmelerimiz bu tavrımızın
en bariz örneğidir. Mücadele ortamı açısından en zor şartlarda olmamıza rağmen,
imkanlarımızı zorlayarak ve güvenlik açısından birçok tehlikeyi göze alarak, bu
grup ve cemaatlerin temsilcileriyle görüşmelerimizi sürdürmeye ve ilişkileri
koparmamaya özen gösterdik. Cemaat açısından şartların ve imkanların bu ilişkiyi
sürdürmeye müsait olmadığı ve irtibatın zorunlu olarak kesildiği dönem ve
sonrasında da hiçbir zaman bu kopukluk ve irtibatsızlığı ihtilaf ve ayrılığa
dönüştürmedik. İslami uhuvvet ve dostluğu zedeleyici hiçbir söz, tavır veya
davranış içinde olmadık. Ancak bu grupların bazıları Cemaate karşı aynı olumlu
tavrı sergilemediler. Aksine söz, tavır ve davranışlarıyla Cemaate karşı
düşmanca bir tutum içine girdiler. Bütün bu olumsuz tavırlarına rağmen,
kendilerine bir şey söylemediğimiz gibi, aynı müspet tavır ve tutumumuzu
sürdürdük.
Hiçbir zaman “Cemaatimiz haktır, dışımızdaki bütün grup ve cemaatlar ise
batıldır” şeklinde yanlış ve bağnaz bir anlayış içinde olmadık. Böyle dar ve
bağnaz bir görüş ve anlayış içinde olanlara karşı çıktık ve sert tepki gösterdik.
Üstat Bediüzzaman’ın deyişiyle; “Herkes benim meşrebim, mesleğim ve mektebim
haktır diyebilir. Ancak, hak yalnızca benim meşrebim, mesleğim veya mektebimdir
demeye hakkı yoktur” şeklindeki veciz beyanını kendimize prensip olarak kabul
ettik. Mücadele hayatımızın her döneminde sürekli bu prensibe bağlı kaldık.
İslam dairesi içindeki bütün Müslüman grup ve cemaatlere bu anlayışla yaklaşım
gösterip, ilişkilerimizi buna göre düzenledik. [
Geri Dön
] |