Kürt ulusu, tarihi kaynaklara göre en az 3500 yıldır kesintisiz bir şekilde
bugünkü yaşadığı topraklar üzerinde yerleşik bir hayat sürdürmektedir. Türk
devlet şovenizmi bir asırdır bu gerçeğin aksini iddia etmiş, asılsız ve boş
iddiasını ispat etme gayreti içinde olmuştur. TC, bu nafile çabaları
doğrultusunda her ne kadar Kürt halkının kökleri, tarihi ve diline dair çeşitli
safsata tezler ileri sürmüşse de, bunlara kendisi dahil kimseyi
inandıramamıştır. Bir asra yakındır sürdürülen bu ırkçı çabalar bilimsel ve
tarihi gerçekleri değiştirememiştir. Müslüman Türk kardeşlerimiz şu gerçeği
bilmelidirler ki, kendileri henüz yerleşik hayata geçmeden ve bu topraklara
gelmeden çok önceleri Kürtler, bugün yaşadıkları bu topraklar üzerinde yerleşik
bir hayat sürdürmekteydiler. Bu, inkar edilemez tarihi bir gerçektir. Kürtlerin
kökleri, tarihleri ve dilleri hususunda çağımızda yapılan bilimsel
araştırmaların dışında, Osmanlı, İran, Arap ve Avrupa arşivlerinde bu konuyla
ilgili yeterli derecede bilimsel veriler ve tarihi belgeler mevcuttur. Bu
konuları merak eden ve bu hususta araştırma yapmak isteyen herkes bu kaynaklara
müracaat edebilir. Amacımız Kürtlerin soy, dil, tarih ve kültürleri ile ilgili
konuları irdelemek olmadığından, burada bu konuların detayına girmiyoruz.
Kürt halkı İslamla müşerref olduktan sonra, İslam’ın ilahi mesajının insanlığa
ulaştırılması ve İslam adaletinin yeryüzünde yayılması amacıyla, cihad dahil
yürütülen bütün hizmetlerin içinde yer almıştır. İ’lay-ı kelimetullah için
hiçbir fedakarlıktan geri kalmamış, İslam’ın hakimiyeti uğruna sadıkane bir
şekilde bütün imkanlarını seferber etmiştir. İslam tarihinin her döneminde,
İslam ümmetinin vahdet ve bütünlüğünün korunması için her türlü özveride
bulunmuştur. Kürtler, İslam tarihi boyunca İslami hakimiyet ve İlahi adaleti
esas alan ve bu doğrultuda hizmet eden bütün yönetimlerle yardımlaşma ve
işbirliği çerçevesinde samimi ve dostane ilişkiler içerisinde olmuş ve bu
yönetimlerle beraber hareket etmişlerdir. Aynı topraklarda beraber yaşadıkları
veya komşu oldukları Müslüman kavimlerle İslami kardeşlik ve iyi komşuluk
ilişkileri içerisinde dostça yaşamışlardır. Tarihi süreç içerisinde Allah'ın
kendilerine verdiği bazı fırsatları kendi ulusal çıkarları doğrultusunda
kullanmamış, tam aksine herkese örnek teşkil edebilecek bir uygulamayla ve üstün
bir ahlaki meziyetle bu fırsatları, İslam dininin yükselişi ve İslam ümmetinin
çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Selahattin-i Eyyubi bu örneklerden
sadece bir tanesidir.
Kürtler, tarihin bazı dönemlerinde bağlı bulundukları yönetimlerin hakim
idarecileri tarafından ihanete uğradıkları, arkadan hançerlendikleri, İslami
kardeşlik ve dostlukla bağdaşmayan gayr-ı insani uygulamalara tabi tutuldukları
halde, hiçbir zaman o zalim yöneticilerin mensubu oldukları Müslüman kavimlerle
bir düşmanlık veya kavim çatışması yaşamamışlardır. Bugüne kadar yaşanan savaş
ve çatışmalar içiçe beraber yaşadıkları Müslüman kavimlerle değil, zalim idareci
ve yönetimlerle olmuştur. İslam birliğinin dağılma sürecine girdiği ve ümmet
topraklarının Emperyalist güçlerin saldırısına uğradığı ve işgal edildiği
dönemlerde Kürtler, Emperyalist işgalci güçlere karşı sürekli beraber
yaşadıkları diğer kavimlerle omuz omuza İslam topraklarının savunulması ve
bağımsızlığı, Müslüman halkların kurtuluşu ve özgürlüğü uğruna savaşmışlardır.
Bu savaşlarda çok sayıda şehid vermiş, büyük oranda can ve mal kaybına
uğramışlardır. Kürtlerin bu tutumu; Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere,
yaşadıkları bütün ülke ve toprak parçalarında aynı şekilde olmuştur.
Kemalist zulüm rejiminin iddialarının aksine Müslüman Kürt halkı, kendi ulusal
çıkarları için Emperyalist işgalcilerle işbirliğine yanaşmamış ve beraber
yaşadıkları diğer Müslüman kavimlere hiçbir zaman ihanet etmemiştir. Özellikle,
TC’nin sürekli olarak dış destekli olmakla itham ettiği, yalan ve iftiralarla
karaladığı Kuzey Kürdistan’da Şeyh Said ile Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmut
Berzenci’nin İslam-i ve insani hak taleplerine dayalı kıyamları, Emperyalist
güçler tarafından hiçbir şekilde desteklenmemiştir. Bu kıyam önderleri, maddi ve
siyasi çıkarlarını değil, İslami inanç ve düşüncelerini esas aldıklarından
Emperyalistlerle işbirliğine girmemişlerdir. Eğer bunlar Emperyalistlerle
işbirliği içine girselerdi, bu kıyamların siyasi sonuçlarının çok daha farklı
olacağı bilinen bir gerçektir. Birinci dünya savaşı sonrasında dünyanın ve
özellikle Ümmet coğrafyasının yeniden şekillendiği, Emperyalist işgalciler
tarafından masa başında haritaların çizildiği ve paylaşımın yapıldığı o dönemde,
Emperyalistlerle işbirliği sonucu bir ulusun içinden bir çok devlet meydana
getirilirken veya toplam nüfusları birkaç yüzbini veya bir milyonu geçmeyen bir
çok devletçik oluşturulurken, çok açıktır ki eğer Müslüman Kürt halkı işgalci
Emperyalistlerle işbirliğine girseydi, bu büyük nüfusu ve stratejik ehemmiyeti
olan coğrafyasıyla devletsiz kalmayacak, bugünkü dağınıklık ve parçalanmışlık
içinde olmayacaktı. Bu bir hakikat olup hiç kimse tarafından inkar edilemeyecek
kadar açık ve ortadır.
Emperyalist devletler, Osmanlılar zamanında kısmen varolan İslam birliğinin
bozulması için uzun süre çaba sarf ettiler. Osmanlı devletinin yıkılması ve
Ümmet içerisinde ulus devletlerin meydana getirilmesiyle hedeflerine ulaşan
Emperyalist güçler, fiili işgale son verip İslam coğrafyasını terk ederken,
geriye bazı sorunlu bölgeler ve çözüme kavuşturulmayan ihtilaflı konular
bıraktılar. Aynı şeyi dünyanın başka alanlarında da yaptılar. Gelecekte bu
ihtilafları kendi siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda kullanmak ve
buraları kendilerine bağlı tutup, bu alanlardaki etkinliklerini sürdürebilmek
için, bilinçli olarak böyle sorunlu bölgeler ve noktalar meydana getirdiler.
Kürdistan’ın parçalanmışlığı ve Kürt sorunu, Emperyalist işgalcilerin geride
bıraktıkları bu sorunlu bölgelerden ve ihtilaflı konulardan bir tanesidir.
Çıkarlarına uygun düştüğü için Kürdistan’ı birkaç parçaya bölen Emperyalist
devletler, sanki ortaya çıkan bu haksız durumun sorumluları kendileri değilmiş
gibi, sonraki dönemlerde de sürekli olarak kendi siyasi amaçları ve çıkarları
doğrultusunda Kürt sorunuyla yakından ilgilenmiş, sözde sorunun çözümü
doğrultusunda bazı yaklaşımlar içinde olmuş ve bu konuyu kendi politik
çıkarlarına alet etmeye devam etmişlerdir.
Nispeten var olan İslam birliğinin dağılma sürecine girdiği ve Ümmet içerisinde
ulus devletlerin ortaya çıktığı yirminci asrın başlarında Kürdistan dört önemli
parçaya bölünerek farklı ülkelerin egemenliğine bırakıldı. Kürtleri
kontrollerinde bulunduran ve Kürdistan’a egemen olan bölge ülkeleri, sürekli
olarak zulüm ve baskı politikalarıyla Kürtlerin haklı taleplerine karşı çıkmış,
bu hakları inkar edip görmezlikten gelmişlerdir. Bu ülkeler, insani ve İslami
olan haklarını isteme doğrultusunda Kürt halkı içinden çıkmış hareketlere sert
bir şekilde müdahale etmiş, bu hareketleri çoğu zaman acımasız bir şekilde kanla
bastırmışlardır. Sözde Kürt sorununa ilgi gösteren ve Kürtleri destekliyormuş
gibi görünen Emperyalist Batılı devletler de, bu ülkelerdeki siyasi ve ekonomik
çıkarlarını gözeterek, Kürtlere yapılan bu zulümlere ya seyirci kalmış veya bu
ülkelere askeri, siyasi ve ekonomik destek sunarak bu zulümlerine ortak
olmuşlardır.
Kürtleri egemenliklerinde bulunduran bölge ülkeleri, süregelen baskı ve zulüm
politikalarının yanında, zaman zaman bu soruna el atıp sahiplenmiş, açık veya
gizli bir şekilde bu sorunu birbirlerine karşı koz olarak kullanmış, böylece
sürekli olarak siyasi emelleri ve ekonomik çıkarları doğrultusunda istifade
etmeye çalışmışlardır. Bu samimiyetten uzak, art niyetli, çıkarcı yaklaşımlar,
Kürt sorununun çözümsüz kalmasına ve daha da ağırlaşmasına sebep olmuştur.
Ayrıca bu ülkeler, ilişki kurdukları ve sözde destekledikleri Kürt
hareketlerinin yozlaşmalarına, hedef ve amaçlarından sapmalarına ve neticede
başarısızlığa uğramalarına da bir noktaya kadar neden olmuşlardır. Hem Kürtleri
egemenliklerinde bulunduran bölge ülkelerinin ve hem de bölge dışındaki güçlerin
bu çıkarcı, fırsatçı ve sömürücü politik müdahaleleri sonucu Kürt sorunu
çözümsüz kalmaya devam ettiği gibi, Kürt toplumunun bünyesinde telafisi ve
tedavisi kısa sürede mümkün olmayan; toplumsal, kültürel, inançsal, ekonomik ve
siyasi birçok sorun ortaya çıkmıştır. Bu çok yönlü müdahaleler neticesinde Kürt
halkına inanılmaz acılar çektirilmiş, Kürt halkı rahat yüzü görmemiş ve
Kürdistan hiçbir zaman sükunete kavuşmamıştır.
Yirmi birinci asrın başında bulunduğumuz bugünlerde dahi Kürt sorunu halen
çözüme kavuşturulmamış ve aynı şekilde önemli bir sorun olarak canlılığını ve
tazeliğini korumaya devam etmektedir. İlgili bölge ülkelerinin sorunun çözümü
hususunda bir irade ortaya koyamamaları, kendi başlarına soruna çözüm bulmaktan
uzak oluşları ve çözümsüzlükte direnmeleri, bölge dışındaki Emperyalist güçlere
daha fazla müdahale imkanı ve gerekçesi sunmaktadır. Günümüzde Emperyalist
güçlerin Kürt sorununa ilgi ve alakaları daha da artmış, geçmişe nazaran daha
açık bir şekilde müdahale ettikleri görülmektedir. Kürt sorununun çözümsüz
kalması ve bu şekilde varlığını devam ettirmesi, bölgesel ve uluslararası
güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda soruna el atmalarına ve bu sorunu
kullanmalarına zemin oluşturmaktadır. Bu çok yönlü müdahaleler sonucu, günümüzde
Kürdistan’daki siyasi ve toplumsal istikrarsızlık ve huzursuzluk belirgin bir
şekilde müşahede edilmektedir. Bu sorundan kaynaklanan çatışma, sürtüşme,
ihtilaf, gerginlik ve huzursuzlukların, gelecekte daha da yoğunluk kazanarak
devam edeceği, hem ilgili bölge ülkelerinin ve hem de uluslararası büyük
güçlerin gündemlerini uzun süre işgal edeceği kesindir.
Kürdistan merkezli bütün örgütlerin, özellikle de Kürdistan’ın Müslüman halkının
inancının ve kültürünün temsilcisi, toplumsal, siyasi ve insani haklarının
gerçek savunucusu olan Hizbullahi hareketin ve bütün Kürt halkının, tarihten
gelen bu önemli soruna; hissiyattan uzak, sorumlu, akıllı, bilinçli ve ciddi bir
şekilde yaklaşmaları gerekir. Soruna ilgi duyan, samimi ve dürüstçe yaklaşım
sergileyen herkesin, uzak ve yakın tarihte bu sorun etrafında gelişen ve yaşanan
olayları, sorunun günümüzde ulaştığı boyutu ve gelecekte yaşanması muhtemel
gelişmeleri çok iyi bilip görmesi ve buna göre hareket etmesi lazımdır. Aynı
şekilde, geçmişte ve günümüzde bölgesel ve bölge dışı güçlerin Kürdistan’da
oynadıkları oyunlar, takip ettikleri ve uyguladıkları strateji ve politikalar,
soruna yaklaşım tarzları, niyet, hedef ve amaçları çok iyi anlaşılmalı ve
kavranmalıdır. Bu şekilde bütün yönleriyle bu sorunu ve bu sorunla bağlantılı
gelişmeleri anlamadan, görmeden, kavramadan, iyi tahlil ve teşhis etmeden,
zamanında ve yerinde doğru bir tutum ve tavır ortaya konulamayacağı gibi, hedefe
ulaştırıcı doğru bir mücadele tarzı da geliştirilemez. Dolayısıyla, bütün bunlar
bilinmeden ve yapılmadan, sağlıklı çözüm yolları da bulunamaz.
Kürdistan toprağı İslam toprağıdır ve buranın gerçek sahibi Müslüman Kürt
halkıdır. Bu halkın bütün sorunlarının çözümü ancak İslamla mümkündür. Müslüman
Kürt halkının İslami inancına aykırı ve iradesi dışında dayatılacak çözümler
geçerli ve kalıcı olmayacaktır. Bu gerçek göz önünde bulundurulmadan, çözüm adı
altında yapılacak her düzenleme veya dayatma beraberinde başka sorunlar ile
zulüm ve haksızlıklar getirecektir. Böyle bir durum ise sorunu daha da
ağırlaştırıp çözümsüzlük içerisine itecektir. Kürdistan merkezli İslami bir
hareket olarak, Müslüman halkımızın İslami ve insani haklarını savunmak,
tarihten gelen siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunlarına İslam adaleti
çerçevesinde çözümler bulmak, yüz yüze bulunduğu adaletsizlik, baskı ve zulmü
sona erdirip özgürlüğüne kavuşması için mücadele etmek bizim İslami
görevimizdir.
[
Geri Dön
] |