Korku ve tehlikeden uzak rahat ortamlarda tavizsiz bir devrimci portresi çizen,
bütün Kürt örgütlerini ve liderlerini gerici, feodal, işbirlikçi ve
uzlaşmacılıkla suçlayan, kendisi ve hareketi dışında hiç kimsenin varlığına
tahammül etmeyen, kendisini bütün Kürt halkının önderi olarak gören, her şeyi en
iyi kendisinin bildiğini sanıp her konuda ahkam kesen, kendisini peygamberler,
tarihi büyük şahsiyetler ve filozoflarla mukayese edip onların yaptıklarından
daha önemli işler yaptığını sanıp, “Benden önce Kürt ulusu yoktu. Kürt ulusunu
ben yarattım” diyecek kadar sapkınlık içine düşüp kendisini ilahlaştıran, adeta
kendisine tapan ve tapılmasını isteyen, kimsenin kendisini anlayamadığını, idrak
edemediğini ve kavrayamadığını söyleyerek kendisini eşsiz, ulaşılamayacak
olağanüstü bir varlık konumunda gören, kendisine sıfat ve isim seçmede bir türlü
karar veremeyen, sadece yüz yüze görüşmelerde değil, telefonla katıldığı TV
programlarında dahi kimseyi konuşturmayan veya korku ve heyecandan kimsenin
karşısında konuşmaya cesaret edemediği o ceberut serok, ulu önder ve büyük
başkan tebdili mekan edip mevzi değiştirince, Samiri’nin altın buzağısı gibi
büyüsü bozulup kuru bir puttan ibaret olduğu ortaya çıktı. Firavunun
sihirbazları misali bu büyüye yakalanan belamları ve avenesi de karşılaştıkları
bu durum karşısında dillerini yutmuşçasına korku, panik ve şaşkınlık içerisinde
kaldılar.
Apo, dayılarının yanına ulaşır ulaşmaz, dili çözülmeye başlayınca; “Benim annem
de Türk’tür. Devlete hizmet etmeye hazırım. Bizim bugüne kadar yaptıklarımız
yanlıştı. Bağımsızlık şöyle dursun, özerklik ve federasyon düşüncesinin bile çok
yanlış olduğunu, uğruna mücadele verdiğimiz şeylerin çoğunu bugün devletin
kendisinin gerçekleştirdiğini, her şeyin devletin eliyle basit bir şekilde
halledilebileceğini, bazı yasakların kaldırılması ve bir kısım kültürel hakların
tanınmasıyla sorunun çözüleceğini, kendisine imkan ve fırsat tanınırsa PKK’yi
rejim partisi, gerillayı da koruculaştırıp TC’nin hizmetine sokacağını ve
böylece devleti bu beladan kurtaracağını, demokratik cumhuriyet projesi (nasıl
sihirli bir çözümse) çerçevesinde beraber kardeşçe yaşayabileceklerini, eğer
bunlar yapılmaz ve kendisine bu imkan verilmezse Hizbullah’ın Kürdistan’da
tehlikeli bir şekilde gelişip hakim güç olacağını, dış güçlerin Kürt sorununu
kendi kontrollerine alıp, Güneyde bir Kürt devleti kuracaklarını, aynı şeyi
Kuzeyde de yapıp TC’yi parçalayacaklarını, Güneydeki Kürtlerin değil ayrı devlet
ve bağımsızlık, federasyon düşüncesinden bile vazgeçip kendisinin son versiyonu
olan demokratik cumhuriyet projesini esas alan bir çözüm arayışı içinde olmaları
gerektiğini, eğer kendisine fırsat tanınır ve görev verilirse, Güney
Kürdistan’da da TC’ye sadık bir ğulam olarak hizmete hazır olduğunu” söyleyerek,
sözde devrimci bir gerilla liderinin yüz seksen derecelik bir dönüşle nasıl bir
cahş olarak halkının karşısına geçtiğini gördük. Bu duruma hiç de şaşırmadık.
Sadece, her şeyin aslına rücu ettiği prensibinin bir daha doğrulandığına
tanıklık ettik.
Kendisini temsil hakkını böyle bir lidere ve partiye veren insanların nasıl bir
zillet durumu yaşadıklarını, nasıl bir musibete düçar olduklarını ve nasıl bir
kötü sona doğru sürüklendiklerini böylece ibretle izledik. Böyle bir lider ve
böyle bir liderin hayatını kurtarmaya endekslenmiş bir parti, nasıl olur da Kürt
halkının temsilcisi ve haklarının savunucusu olabilir? Nasıl olur da bütün bu
olup bitenlere rağmen halen bazı insanlar böyle bir lider ve partiye güven
duyabiliyor, gelecekleriyle ilgili umut bağlayabiliyor ve Kürt sorununa çözüm
getirebileceği beklentisi içerisinde olabiliyorlar? Anlaşılan, bu yirmibeş
yıllık trajedi-komik serüveni bundan sonra da izlemeye devam edeceğiz. “Lideri
karga olanın gagası ....... çıkmaz” sözü tam da bu duruma uygun düşmektedir.
Teslimiyet ve ihanet içine düşen böyle bir lideri kurtarmak için partilerini,
mensuplarını, mücadele tarihlerini, bütün emek ve kazanımlarını feda eden bu
insanların duçar oldukları bu musibeti ve içine düştükleri kötü durum, zillet ve
onursuzluğu gördükçe, kahramanca direnerek şereflice şehit olmayı teslimiyete
tercih eden, zilleti kabul etmeyip ser verip sır vermeyen bir rehbere ve onun
varisi bir cemaate tabi olmayı bize nasip ettiği için Rabbimize ne kadar
şükretsek yine de azdır.
Hizbullah, hiç bir yerli ve yabancı güce bağlı olmayan bağımsız İslami bir
harekettir. Mücadeleye başladığı ilk günden şimdiye kadar İslamiliğinden ve
bağımsızlığından ödün vermeden yoluna devam edegelmiştir. Çıkış yeri ve mücadele
alanı ağırlıklı olarak Kürdistan olup, bu topraklarda çeyrek asırlık bir
mücadele tarihine sahiptir. Bağrından çıktığı, içinde cemaatleşip, büyüyüp
İslami faaliyet yürüttüğü, maddi ve manevi desteğini gördüğü Müslüman Kürdistan
halkı bu mücadele tarihinin canlı şahididir. Bugüne kadar halkı etkilemek,
kendisini halka tanıtmak ve kabul ettirmek için alışılagelmiş propaganda
araçlarını kullanmadan ve bu araçlara ihtiyaç duymadan, kendisinden emin bir
şekilde bir mücadele sürdürmesinin tek nedeni, hem keyfiyet ve hem de kemiyet
açısından ulaştığı Cemaat gücü ve bu mücadelesinde büyük oranda desteğini aldığı
halkı ile arasında var olan ileri düzeydeki tanışmışlık, itimat, güven ve
bağlılık duygusudur.
Başta Kürdistan halkı olmak üzere bütün Türkiyeli İslami gruplar ile Cemaatı
tanıyan dost ve düşman herkesin çok iyi bildiği ve şahit olduğu, yakalanan ve
sorgulanan Cemaat mensuplarının polisteki sorgu tutanakları ile mahkeme
dosyalarının belgelediği, TC’nin eline geçen Cemaat arşivinin açıkça gösterdiği
ve ortaya koyduğu gibi Hizbullahi Cemaat, İslami dava anlayışının gereği olarak
bugüne kadar hiçbir zaman ve hiçbir ortamda TC ile işbirliğine girmemiştir.
Zorunlu olarak PKK ve nifak grubuyla girdiği çatışmalardan TC’nin dolaylı olarak
dahi istifade etmemesi için imkanları dahilinde yoğun çaba sarf etmiştir.
PKK’nin yaptığı haksızlık, zulüm, karalama, itham, iftira ve kısacası bütün
düşmanlıklarına rağmen Cemaat, TC’nin PKK’ye yönelik tutum ve uygulamalarına
hiçbir zaman ve hiçbir şekilde destek vermemiştir. Bunlar açık gerçekler olup,
bunun aksini hiç kimse iddia edemez ve ispatlayamaz. Ancak siz, ilk günden
şimdiye kadar, sürekli olarak ısrarla Hizbullah hakkında yaptığınız bütün iftira
ve karalamalarınızın asılsız ve yalan olduğunu çok iyi bildiğiniz halde bu
tutumunuzu sürdürüyor, çıkarınıza uygun düşmediği için gerçekleri kabul etmek
istemiyorsunuz.
Yakalanan Cemaat mensupları sorguda size yönelik bilgi vermeleri doğrultusunda
çok ağır işkence ve baskılara maruz kaldıkları halde, bunu kabul etmiyor ve
bilgi vermiyorlardı. Bu tutum, TC’nin işkencecilerini çılgına çeviriyor ve
arkadaşlarımıza vahşice işkence yapmalarına sebep oluyordu. Cemaat mensuplarının
bu tavırları bazen hayatlarına mal oluyor, bazen de uzun süreli zindan hayatına
mahkum edilmeleriyle sonuçlanıyordu. Arkadaşlarımızla aynı yerde ve aynı zamanda
gözaltında bulunan çok sayıda arkadaşınız bu duruma tanıklık etmiştir.
İnandığımız ve uğruna mücadele verdiğimiz İslami akidemiz ve cemaatsel
ilkelerimiz gayr-ı İslami zulüm rejimleriyle işbirliğine müsaade etmediği için
Cemaat mensupları, ağır işkencelere ve baskılara direnerek böyle bir tutum
sergiliyorlardı. Bu gerçekleri, PKK’yi hoşnut etmek, ikna etmek veya propaganda
olsun diye söylemiyoruz. Sadece bu gerçeklerin herkes tarafından bilinmesini
istediğimiz için söylüyoruz.
Aynı bölgenin insanları ve aynı alanda mücadele eden bir hareket olarak
hareketinizi ve mücadelenizi ilk günden beri iyi takip etmiş, gözlemlemiş ve
tanımışızdır. Sizinle yaşadığımız uzun süreli çatışma dönemi boyunca her türlü
zulüm, ihanet, baskı ve insanlık dışı saldırılarınıza maruz kaldık. Bu sayede
partinizi ve liderinizi yaşadığımız tecrübelerle iyi bir şekilde tanıma
imkanımız oldu. Liderinizin başına gelenlerden dolayı üzülmeye değmeyecek kadar
değersiz bir insan olduğunu çok iyi biliyoruz. Buna rağmen, yakalanması
esnasında Türk şovenistlerinin ağızlarından salyalar akıtarak, yamyamlar gibi
tempo tutup sevinçten dans etmeleri karşısında, kendisi için olmazsa dahi bir
hareket olarak başınıza gelenlere üzüldük. Nitekim, yakalandıktan sonra içine
girdiği uzlaşmacı tavrı ve TC ile geliştirdiği işbirliği, kendisi için üzülmeye
değmeyecek kadar değersiz biri olduğunu ortaya koydu. Ancak yine de kendisi için
değil, onun şahsına veya partinize umut bağlamış, birçok şeyini bu yolda feda
etmiş zavallı Kürt insanları için üzüldük.
Cemaate yönelik haksız yere açtığınız savaş ve vahşice saldırılarınıza, sürekli
yaptığınız yalan propaganda, iftira ve karalamalarınıza ilaveten, Cemaate karşı
TC ile pratikte çok açık bir şekilde işbirliği içine girdiniz. Çatışma süreci
boyunca hem yayın organlarınızda ve hem de elemanlarınız vasıtasıyla resmen
Cemaat mensuplarını ve faaliyetlerini TC’ye ihbar edip ispiyonculuk yaptınız.
Yıllardır yaptığınız bu düşmanlık, yalan ve iftiraya dayalı karalama kampanyanız
ve ispiyonculuğunuz yetmiyormuş gibi, TC ile, gizlemeye ihtiyaç duymayacak bir
şekilde açıkça ittifak kurup ortak hareket ettiniz. Yıllarca Kürdistan insanına
kan kusturan polis şefleri ve çetelerin cenazelerine sahip çıkarak ve bölgenin
diğer yerleşim alanlarından insanları toplayıp cenaze törenlerine katılarak
gerçek yüzünüzü ortaya koydunuz. TC’ye yaranmak ve sofrasından bir kemik kapmak
umuduyla, TC’nin yeni milis gücü olarak polis, Mit, tim ve çetelerle beraber
aynı safta yürüdünüz. TC’nin bölge halkı tarafından sahiplenildiğini ve
sevildiğini ortaya koymak, TC’ye bağlılığınızı ve sadakatinizi göstermek için
kraldan daha fazla kralcı kesilip gönüllü uşaklık yaptınız. Bu tutumunuzla,
rejimin işbirlikçisi bir kontra hareketi olduğunuzu açıkça gösterdiniz.
Ulu başkanınız(!), hiç şüphesiz eğer hedeflerine ulaşmayı başarıp iktidara
gelseydi, Kürtlerin Atatürk’ü olacak ve Kemalist rejimin bir asra yakındır
yaptığı zulümlerden ve çektirdiği acılardan daha fazlasını Müslüman Kürt halkına
çektirecekti. Bu hedeflerine ulaşmasına gerek kalmadan, çeyrek asırlık mücadele
süreci boyunca Müslüman Kürt halkının kanını oluk oluk akıtarak, uygulamalarıyla
nasıl eli kanlı bir diktatör olduğunu göstermiştir. Ancak, hem kendisinin
yaptığı zulümleri ve hem de yeni keşfettiği ve seksen yıllık Kemalistlerden daha
ileri derecede bir heyecan ve aşkla sımsıkı sarıldığı yeni rehberi Atatürk’ün ve
Kemalist rejimin bugüne kadar Müslüman Kürt halkına yaptıklarını az görmüş
olmalı ki, dayılarına misafir bulunduğu İmralı’da, Laik Kemalist diktatörlere
Müslüman Kürt halkının yeniden imhası doğrultusunda yol gösterip akıl vermekte
ve danışmanlık hizmeti sunmaktadır.
Yıllardır yaptığınız çok çirkin hizbi kontra yakıştırması, yalan ve iftiraya
dayalı ucuz karalama ve ithamlarınıza karşı Cemaat, bugüne kadar sizinle ağız
dalaşına girmeye ve açıklama yapmaya tenezzül etmedi. Çünkü sizin mantığınızın
“Yalan ve iftira at, tutmazsa izi kalır” mantığı olduğunu bildiğinden, sözlü
açıklamalar ve yazılı cevaplarla ikna olacağınıza inanmıyordu. Bundan dolayı,
yaptığınız bütün düşmanlıklara, sadece anladığınız tek dil olan eylem diliyle
cevap vererek çok sert bir şekilde tepki gösterdi. Yanılmıyorsak Cemaatın bu
mesajını da çok iyi aldınız ve anladınız. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, geçmişte
yaşanan olaylardan ders almaya ve kendinizi düzeltmeye niyetiniz yoktur. Bugüne
kadar ki yanlış politikalarınızın çok sayıda insanınızın hayatına ve Kürt
halkına pahalıya mal olduğunu görüp bildiğiniz halde halen akıllanmamış
görünüyorsunuz.
Meydanın size kaldığı vehmine kapılıp elinizdeki medya ve iletişim vasıtalarını
kullanarak, Cemaat aleyhine yalan ve iftiraya dayalı karalamalarınıza devam
ediyorsunuz. Bu ahlak ve alışkanlıklarınızı terk etmeyip bu çirkin tutumunuzu
sürdürmeye niyetiniz varsa, -ki öyle görünüyor- geriye dönüp 1991 sonrası
Cemaatle yaşadığınız çatışma dönemine bakıp, içine düştüğünüz kötü durumu
hatırlamanızda fayda vardır. Eğer bu düşmanca tutum ve yanlış politikayı
sürdürmede ısrar ederseniz, uşaklığını yapmak ve gönüllü bir cahş ordusu olarak
hizmetine girmek için can attığınız TC’nin de bu sefer sizi kurtaramayacağını
çok iyi bilmenizi isteriz.
[
Geri Dön
]
|