Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah`ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (CUM`A SURESİ / 9)

Bir Hadis:
Kişinin malı sadaka sebebiyle eksilmez. Bir kula haksız zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini (dünya ve ahirette) mutlaka artırır. (Tirmizi)
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

ŞEHADETİNİN 18. Y...

KENDİ DİLİNDEN HİZBULLAH - 64.BÖLÜM

İSLAM İNKILABINA BAKIŞ VE İLİŞKİLER ÜZERİNE

 Hz. Peygamber (SAV), son din olan İslam’ın kendisine vahyedilmesiyle, 23 yıllık mücadelesi boyunca kendisine gelen vahyi yaşayarak, tebliğ ederek ve hayatın her alanında pratize ederek insanlık tarihinde benzerine rastlanmayan büyük bir inkılap gerçekleştirip, kamil anlamda bir İslami hükümet ve yönetim sistemi kurdu. Ancak, Peygamberimizin vefatından kısa bir dönem sonra Hz. Peygamber’in (SAV) rehberliği altında gerçekleştirilen İslam inkılabıyla kurulan İslami hükümet ve yönetim sisteminden sapmalar başladı. Böylece, tedricen siyaset ve yönetim alanında İslam’ın özünden ve Nebevi yönetim tarzından uzaklaşma süreci başlamış oldu. Tarihi süreç içinde değişik isimler altında Müslümanları yönetenler, İslam’ın yönetim ve hükümet anlayışından uzak uygulamalarıyla bu süreci hızlandırdılar. Bu yönetimlerin bir çoğu, İslami yönetim veya hükümet yapısının temelini oluşturan İslam’ın siyasi ve toplumsal hükümlerini ya tümden kenara attılar veya kısmen uygulayarak İslam’ı yönetimden ve toplumsal alandan uzaklaştırdılar. Bu yanlış yönetim ve uygulamalar, sonraki dönemlerde ortaya çıkan din-siyaset ayırımının temelini oluşturdu. Bu sürecin sonucu olarak İslam Ümmeti parçalandı, bunun yerine saltanatlar, krallıklar, ulus devletler, kabile devletleri, aile devletleri ve tek parti diktatörlükleri dönemi başladı. Bu dönemle beraber İslam topraklarının çoğuna, baskıcı, diktatör, laik ve despot olan gayr-ı İslami yönetimler hakim oldu. Bu rejimlerin hepsinin ortak özelliği İslam’a ve İslami halk yönetimlerine düşmanlık olmuştur. Öyle ki, bu rejimlerin hakim olduğu İslam topraklarının tümünde İslam’ın siyasi hakimiyetini istemek en büyük suç kabul edilmiş ve Müslümanlara karşı acımasız bir baskı ve sindirme politikası yürütülmüştür.

İslam Ümmeti içinde ilhadi ideolojilerin yaygınlaştırıldığı ve bu ideolojilerin moda gibi kitlelere sunulduğu, bu ideolojiler sayesinde Müslüman halkların, özellikle genç nesillerin İslamdan uzaklaştırılıp Materyalist ideolojilerin pençesine düşürüldüğü, İslam’ın toplumsal, siyasi, ekonomik, hukuksal ve kültürel sorunlara çözüm getiremeyeceği, günümüzde toplumu idare edebilecek bir yönetim şekli olamayacağı, bin dört yüz yıl önce yaşanmış ve devrini tamamlayıp geride kalmış bir din olduğu, dinin afyon gibi kitleleri uyuşturduğu, bir ütopya ve üst yapı kurumu olup toplumsal ve siyasi hareketlere ve halk devrimlerine öncülük edemeyeceği şeklinde tezler ileri sürülerek, kültür emperyalizmi yoluyla sömürgeci güçlerin İslam’a karşı çok yönlü yoğun bir savaş yürüttüğü, zulmün, vahşetin, küfrün, şirkin ve adaletsizliğin yaygın bir şekilde yaşandığı, Müslümanların çaresizlik ve ümitsizlik içinde bocaladığı yirminci asrın son çeyreğinde, bütün bu fasid ve yanlış düşünceleri yerle bir edercesine Allah’ın yardımıyla, İslam’ın çağlar üstü son ilahi din oluşunun mucizevi ispatı olarak İslam İnkılabı vücuda geldi.

İslam inkılabı, fakih, alim, salih ve muttaki bir şahsın önderliğinde, bin dört yüz yıldır aslından uzaklaştırılarak yanlış bir şekilde kitlelere empoze edilmeye çalışılan İslam’ın özüne ve asli kaynaklarına dayanılarak, tamamen İslami yöntemler ve mücadele tarzıyla ve İslamı toplumsal hayatın tüm alanlarına hakim kılmayı hedefleyerek, Asr-ı Saadet örneğinde görüldüğü gibi, İslami temeller üzerine ve sadece İslam’ın kaynaklık ettiği bir inkılap olarak ortaya çıktı. O güne kadar İslam düşmanlarının yürüttükleri propagandalarının ve ileri sürdükleri tezlerinin tümünü boşa çıkarıp etkisiz hale getirerek, İslam’ı yeniden ihya edip, ilahi ve siyasi bir nizam olarak dünya gündemine yerleştirdi. İslam Ümmetinin o dönemde içinde bulunduğu böylesi kötü bir durum ve böylesine hassas bir zaman diliminde meydana gelen bu derece önemli büyük bir inkılabı ve bu inkılabın İslam Ümmetine kazanımlarını hiçbir Müslüman ve aklı başında hiçbir insan inkar edemez ve görmezlikten gelemez. İslam İnkılabının İslam ümmetine siyasi, ekonomik, kültürel, düşünsel, psikolojik ve moral kazanımları ile İnkılabın değişik boyutları üzerine söylenecek çok söz vardır. Ancak, burada bu konulara girmiyor, sadece kısaca değinip geçiyoruz.

İslam İnkılabına karşı çeyrek asırdır dünya istikbarının yürüttüğü siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve psikolojik bütün düşmanlık ve komplolara rağmen İnkılap, halen dimdik bir şekilde ayakları üzerinde durmaktadır. Bu süreç içerisinde dünyada meydana gelen birçok önemli siyasi gelişmeye, birçok rejimin sarsılmasına, uzun yıllar boyunca devam eden önemli siyasi blokların yıkılması ve dağılmasına şahit olduk. Ancak İslam İnkılabı, dünya istikbarının bütün savaş taktikleri ve komplolarını boşa çıkararak ve adeta onları bunalım ve çıkmaz içerisine sürükleyerek, İslami hedeflerine ulaşma doğrultusunda kararlı bir şekilde ve inatla varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Aynı zamanda, dünyamızın bugüne kadar yabancısı olduğu yeni bir yönetim modelini uygulamalarıyla ortaya koymakta ve tecrübe etmektedir.

İnkılap öncesi dönemde Müslümanların yaşadıkları zorlukları ve böyle bir nimetin olmayışının sıkıntısını yaşamış Müslümanlar olarak inkılabın gerçekleşmesine sevindik ve İslam’ın bu zaferi için Allah’a şükrettik. Böylesine önemli bir olaya ve gelişmeye basit mezhebi veya milli endişelerden dolayı duyarsız kalamazdık. Bu olaya duyarsız kalmayı veya mezhebi ayrılık gerekçesiyle düşmanlık yapmayı İslami ve insani bir tavır olarak görmedik. İslami dünya görüşümüz ve evrensel İslami anlayışımız bize böyle bir anlayış ve yaklaşım tarzı kazandırıyordu. Bu anlayış ve bakış açısıyla ilk günden itibaren olaya ilgi gösterdik ve İnkılabın siyasi hedefleri ve Ümmet düzeyindeki kazanımlarına sahip çıktık. Bugün de bu tavrımız değişmemiş olup bu tutumumuz aynen devam etmektedir. Bu tavır ve tutumumuz İnkılap önderliği ve onun ortaya koyduğu İnkılabi çizgi ve hedefler için geçerlidir. Bu tavır ve yaklaşımımız, İran Devleti veya iş başına gelen hükümetler için geçerli değildir. Eğer İnkılap revize edilir, asli çizgisinden sapar ve değişime uğrasa dahi, bizim İmam ve onun ortaya koyduğu İnkılabi çizgisi hakkındaki bakış ve yaklaşımımız değişmeyecek ve bu şekilde olacaktır. İslam tarihinde İslam’a hizmetleriyle Ümmete mal olmuş, her zaman iyilikle yad ettiğimiz ve örnek aldığımız diğer seleflerimiz gibi İmam Humeyni’yi, onun hareketini ve İslam Ümmetine kazanımlarını her zaman iyilikle yad edeceğiz ve bu kazanımlara sahip çıkacağız.

İlişkilere gelince; Cemaatın kuruluş çalışmaları ve Cemaatleşme girişimlerimiz İnkılap öncesi döneme dayanmaktadır. Cemaatın faaliyetlere başlaması İnkılabın meydana geldiği tarihle eş zamanlı olabilir. Ancak Cemaat, tamamen bağımsız bir hareket olarak kurulmuş ve faaliyetlerini sürdürmüştür. Cemaatın kuruluşu, ortaya çıkışı, gelişimi ve mücadele seyrinde İran’ın hiç bir fiili girişimi, maddi etkisi veya müdahalesi söz konusu olmamıştır. TC’nin veya bazı çevrelerin Cemaatı dış destekli göstermek ve karalamak amacıyla, Cemaatın İran’dan askeri ve lojistik yardım aldığı, elemanlarının İran’da askeri eğitim gördükleri ve bu çerçevede ilişkilerin olduğu iddiası tamamen asılsız ve gerçek dışıdır. Böyle bir ilişki ve yardım görme söz konusu olmadığı gibi, İran adına veya İran’ın askeri hedefleri ve çıkarları doğrultusunda hiç bir faaliyetimiz ve eylemimiz de olmamıştır.

İran’ın Cemaat mensuplarına eğitim verdiği ve bu amaçla Cemaat mensuplarının İran’a gidip geldiği konusu tamamen gerçek dışı olup, saptırma ve karalama amaçlı bir propagandadır. Değişik tarihlerde, farklı saiklerden dolayı; gezme, meraktan dolayı gidip yerinde görme veya tahsil amacıyla İran’a gidip gelmeler olmuştur. Ki bu gidiş gelişlerin çoğu normal yollarla olup TC’nin pasaportuyla gerçekleşmiştir. Bu da tabii ve normal bir durumdur. Cemaat mensuplarının İran’a gidip askeri eğitim aldıkları hususuyla ilgili iddia edilen söz konusu tarih, Cemaatın askeri eylem ve silahlı çatışmalarının başlamasından çok önceye dayanmaktadır. Eğitim aldıkları iddia edilen söz konusu fertlerin bazılarının, Cemaatın askeri faaliyet ve silahlı çatışmalarının başlamasından çok önceleri Cemaatle hiçbir ilişkileri kalmamıştır. Geriye kalan fertlerin hiçbirisi silahlı hiçbir eylem içinde yer almadığı gibi, Cemaatın askeri kanadında da hiçbir görev ve sorumlulukları olmamıştır. Söz konusu edilen bu insanların yaş ortalamasına bakılacak olursa, bunların tümünün orta yaşın üstünde ve askeri faaliyetler için uygun bir yaşa sahip olmadıkları görülecektir. TC’nin eline geçen arşivimiz ve ortaya çıkan sonuç bu durumu net olarak ortaya koymakta ve bu söylediklerimizi doğrulamaktadır. İşin gerçeği böyle olduğu için bu açıklamayı yapıyoruz. Eğer böyle bir ilişki olsaydı, bunun İslam’a aykırı veya utanılacak bir tarafının da olmadığına inanıyoruz. Çünkü, aynı çizgide, ortak düşünce ve hedefler için mücadele eden dünyanın her yerindeki Müslüman güçler ve kurtuluş hareketleri arasında birçok konuda ilişki ve yardımlaşmanın olması çok tabii olup, İslam’ın istediği ve gerekli gördüğü bir durumdur.

Türkiye genelinde bir zamanlar sözde İrancı ve İnkılabi geçinen fert ve grup enflasyonu yaşanıyordu. Bu durum, İslami camiada tatsız olaylara ve tartışmalara, töhmet ve ithamlara ve Müslüman halkta kafa karışıklığına ve yanlış anlamalara yol açıyordu. Bu olumsuz durum, dolaylı veya dolaysız Cemaatı da etkiliyor ve zarar veriyordu. Bu olumsuz duruma ilaveten, maalesef bugüne kadar Cemaat olarak, İrancı geçinen kişi ve grupların şiddetli saldırı ve düşmanlıklarına maruz kaldık ve bundan da önemli zararlar gördük. Mücadele tarihimizde karşılaştığımız birçok önemli sorunun kaynağı ve yaşadığımız çatışmaların önemli bir kısmı söz konusu gruplardan kaynaklanmıştır. Hatta bu konuda, genel olarak İran’ın politika ve ilişkilerinin Cemaatın politikalarıyla uyuşmadığını ve çıkarlarına uygun düşmediğini ve bundan Cemaatın önemli derecede zarar gördüğünü de söyleyebiliriz. Bu durumu gören ve bilen bazı çevreler, Cemaatın İnkılaba bakışının olumsuz yönde değişeceği beklentisi içerisine girmişlerdir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Cemaatın İslam İnkılabına bakışı ve tavrında hiçbir değişiklik olmadığını gören bu çevreler, bu duruma hayret etmiş ve şaşkınlıkla karşılamışlardır.

Birçok konuda olduğu gibi, İslam İnkılabı ve Türkiye’ye yansımaları, bu konu etrafında Müslümanlar arasında yaşanan sorunlar, yapılan hata ve yanlışlıklar ile Cemaat olarak bu durumla bağlantılı yaşadığımız sorun ve sıkıntılar üzerine yazılacak ve söylenecek çok şey vardır. Ancak, bugüne kadar Cemaatle ilgili ortaya atılan iddialar ve yürütülen propaganda kampanyalarına cevap olması açısından şimdilik bu kadarlık açıklamayla yetiniyoruz.

 

 

[ Geri Dön ]

 

İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git