Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile başlıyor, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'adır diyor, son peygamber olan efendimiz Abdullah oğlu Ebu’l- Kasım'a Allah'tan salât ve selam diliyorum.
Allah'ın selamı ve salâtı peygamberimizin temiz Ehlibeytine seçkin ashabına ve bütün gönderilmiş peygamberlere olsun diyor, efendimiz Allah'ın elçisinin torunu Eba Abdallah Hüseyin'e ve Hüseyin'in ashabına selam ediyorum.
Aziz kardeşlerim Allah'ın selamı ve bereketi sizlerle olsun.
1982'de İsrail'in Lübnan'dan çekilmesinin ardından birçok insanın sorumluluğunun eseri olarak görebildiğimiz bütün var olma biçimlerini var eden Allah'a hamd olsun. Yani eğer o süreçte 1982'de İsrail geldiğinde insanlar bize ne deyip sorumluluk yüklenmekten çekinseydi, İsrail ülkemize yerleşirdi.
Siyasete girmek için savaşmak anlamsızdır şeklinde bir kanı hâkim olsa idi parlamento bile İsrail tarafından atanır, ülke mallarına el konur, gençlerimiz hapse atılırdı. Ancak sorumluluk sahibi insanlar direndiler ve İsrail'i topraklarından çıkardılar. İşgalciler Beyrut'tan çıkarıldı, ardından Sayda'dan çıkarıldı, Sur'dan sınır şeridine kadar çıkarıldılar. Bu süreçte kimse çıkıp da Bint Cubeyl'den işgalcilerin çıkarılması orada yaşayanların görevidir, biz başkalarının yurtları için çalışmayız şeklinde bir tepki vermedi.
Bu çerçevede 1985'ten 2000 yılına kadar direnişi sürekli ve devamlı kılan, ulusal sorumluluk, ahlaki sorumluluk duygusudur. Bu nedenle sınır boylarının özgürleştirilmesine kadar sürdürülen bu direniş hareketi, ahlaki sorumluluk hissi ile sürdürülmüştür. Yoksa lüks içinde yaşama kaygısı olan insanlar tarafından sürdürülmemektedir.
Binaenaleyh biz şerefimizle vatanımızda özgür olarak yaşmak veya zelil olarak yaşmak arasında bir tercih yapma durumunda idik. Biz birincisini seçtik; ancak bu tercihin kurban vermek, zorluk çekmek gibi bazı zorunlulukları vardı. Ancak halk özgür ve şerefli yaşamak adına birinciyi seçti ve bunun zorunluluklarını da göze aldı ve bu şerefli ve özgür yaşama tercihinin en açık yansıması 2006 Temmuz Savaşı’dır.
Bu insanlar bu süreçte direnişi desteklediler, arkasında durdular ve ona kötü bir laf edilmesine müsaade etmediler. Şehit verdiler, yaralandılar, evleri yıkıldı; ancak bütün bu belalara karşı korkmadan ve dirayetle karşı durdular ve temmuz zaferi geldi.
Bu gün Gazze'de olanlar, -ben ilk gün de söyledim, Allah'a şükür bu söylediklerimizin doğruluğu bu gün daha da belirginleşmekte- 2006 Temmuz'unda Lübnan'da olanların bir kopyasıdır. Bununla kastım, savaşın arka planı ve gidişatıdır. Savaşın başlangıcından bu güne kadar geçen birkaç günün ardından şunları söylemek istiyorum.
Birincisi; savaşın başlangıcından bu yana sürdürülen direniş, halktan, yönetici tabakaya kadar bütün Filistin halkının sahip olduğu, ahlaki duruştan kaynaklanan, sağlam ve sadık kuvvetli bir sorumluluk duygusunun bereketidir.
Allah'a güven, Allah'a iman, Allah'a itimat ile harmanlanmış imani ve dini bir duruşun bereketidir; zira bu insanlar “Allah insanların işlerini kendisine bırakabilecekleri en güzel vekildir” şiarıyla içinde bulundukları durumu Allah'ın gözünden anlamaya çalışan bir imani tavır içerisindedirler.
Temmuz Savaşı’nda yaşadığımız şeyler ve edindiğimiz tecrübe çerçevesinde bu gün Gazze'de yaşananları değerlendirecek olursak. Ben bu konuya kulak vermenizi ve bütün insanların kulak vermesini istiyorum; çünkü bu, bu gün Gazze'de yaşanan olayların iç yüzüdür.
Basın yayın organlarında baskın olarak gösterilen tabloda şehit sayısı 400'e yaklaşmış, yaralılar 1000'in üzerinde ve Gazze yıkım halinde. Bu savaşın bir yönüdür bu doğru; ancak savaş tamamen bu görüntüden ibaret değildir. Şimdi Temmuz Savaşı’ndan bu yana dillendirdiğimiz, savaşın diğer yönünü görelim.
İsrailliler ikinci Lübnan savaşından ders aldıklarından ve bu dersten bu savaşta istifade ettiklerinden bahsediyor. Ancak Hamas, bu savaştan onlardan daha çok ders aldı, İsrail ise savaştan ders almaktan ziyade onları tereddüt ve vehme itecek bir ruh haline duçar oldu. Bu konuda birkaç başlık halinde birkaç şey söylemek istiyorum.
Birincisi; hedefler meselesi. İsrailliler, ne Livni, ne Olmert, ne de Barak şimdiye kadar Gazze'ye yönelik saldırılarının hedefini açıklamadı. Temmuz Savaşı’nın başlangıcından beri Direniş ile ilgili olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan hedefler ortaya koydular. Ancak Gazze'ye yapılan saldırıda açıklamış hedef nedir? Hatta İsrailliler hedeflerinin Hamas hükümetini düşürmek veya Gazze'deki direnişe son vermek şeklinde bir hedef ilan etmediler.
Düşman hükümetinin başkan vekilinden saldırının hedefinin Hamas hükümetini devirmek olduğu yolunda bir rivayet yayıldı; ancak az önce bunu yalanladılar. Ya da saldırıların Gazze'den atılan füzelerin durdurulması olduğunu da ilan etmediler. Peki, neden İsrailli liderler açık bir hedef belirtmekten çekiniyorlar; zira böyle bir durumda eğer hedeflerini gerçekleştiremezlerse başarısız olacakları korkusunu taşıyorlar ve kesin galip olabilecekleri yönünde kesin bir inançları yok.
Ancak Gazze'de direnen kardeşlerimizden halk, savaşanlar ve yönetici kısım kendilerinden eminler ve zafere ulaşacaklarına dair kesin inançları var. Halbuki İsrailliler daha baştan hedeflerini gerçekleştirip gerçekleştiremeyecekleri noktasında bir korku ve endişe içindeler.
Tabi savaşın bir de reel hedefi var ve bu reel hedef gün geçtikçe daha da berraklaşıyor. Bu hedef, Gazze'deki Hamas hükümetini devirmek ve Hamas başta olmak üzere sair direniş guruplarını ortadan kaldırmaktır.
Yeni Amerikan hükümetinin idareyi ele alma aşmasında çok sağlam kaynaklardan gelen haberlere göre Amerika, İsrail, Avrupa ve ılımlı Arap devletleri dedikleri devletlerin katılımıyla bir konferans düzenlenecek ve Filistinlilerin gerçek sorunu olduğu kabul edilen Hamas'ın ve Filistin sorunun, onlar için zillet denilecek şartlar altında çözümü yoluna gidilecek. Şu anda şahit olduğumuz savaşın temel nedeni budur; ancak bu hedef ilan edilememektedir.
Bu gün Olmert Arap liderlerin kendisini aradığını ve savaşa devam edilmesi gerektiğini ve bunu desteklediklerini ifade ettiklerini söyledi. Ancak İsrail'in gerçekleştirmek istediği herhangi bir hedef veya diriltmek istediği herhangi bir şiar yoktur. İsrail sadece yeniden caydırıcı güç olmaya çalışmaktadır; zira bir güç ve kuvvet iddiası taşımaktadır.
İkincisi; şimdi ilk gün uygulanan senaryoya dönelim, size bunun aynısı olduğunu söylemek istiyorum, ben Temmuz'da bunun Allah'ın bir lütfü olduğunu söylemiştim. Biz 12 Temmuz'da düşman askerlerini esir etik; ama daha bahardan beri bize yönelik savaş hazırlıkları yapılmaktaydı.
2006 baharında bizim için hazırlanalar, Gazze için hazırlananların aynıdır. Bütün dünya bunlara yazılar gönderip dediler ki bunlar hiçbir şey değil. Ardından seksen savaş uçağı ve helikopter havalanıp üç dakikada tonlarca bombayı Gazze üzerine attılar ve yüzlerce şehit düştü.
Ancak bundan daha önemli olan direnişin bu saldırıları sağlam bir şekilde karşılamış olmasıdır. İsrail ve bazı Arap devletleri sandılar ki direniş bu saldırılara teslim olacak ve bunda da çok ısrarcı davranacak. Zira bu adamlar bizim Temmuz'da 33 gün boyunca verdiğimiz mücadeleden bir şey öğrenmediler.
İlk gün yapılan bombardıman nedeniyle şehit olan ve yaralanan direnişçi ve direniş hareketlerinin kadrolarındaki şehitler nedeniyle Hamas hükümetinin ve direniş guruplarının düşeceğini ve Arap devletlerini arayarak; nasıl isterseniz öyle yapın biz bu savaşa kadir değiliz diyeceklerini umdular.
Bu sırada Gazze içindeki ve Arap ülkelerindeki iş birlikçiler İsrail'i arayacak Gazze'de direniş çok kötü durumda, şartlar çök kötü kara operasyonuna başlayabilirsiniz diyeceklerdi. Plan bu idi.
Başlattıkları savaşın bu şekilde sonuçlanacağını düşünüyorlardı. Temmuz savaşanda da böyle düşünmüşlerdi, bu nedenle Olmert çıkıp zafer ilan etti; ama Allah zaferi bize nasip etti.
Gazze'deki kardeşlerimiz ilk saldırıyı iyi karşılayabildiler, duruma hâkim oldular, evet birçok şehit ve yaralı olabilir; ama direniş liderliğine bağlı kaldılar. İsrailliler ilk güden düşeceğini hesap ettikleri direnişin daha önce hiç görmedikleri mesafede füzelerine maruz kaldılar.
Üçüncüsü; tamam hava silahları işini bitirsin; ancak hava silahları bir savaşı kesin neticeye ulaştırmaya yetmez. Bunu diyen ben değilim Winograd raporunda İsrail'in üst düzey yetkilileri söylüyorlar. Yani İsrailliler vurulması gereken yerlerin vurulduğunu söylüyorlar. Bizde de dört beş gün sonra vurulması gereken hedefler vurulmuştu.
Nedir bunlar, önemli merkezler, karargâhlar, liderlerin evleri depolar, bütün bildikleri yerleri bombaladılar. Bunlardan bombalayacak yerleri kalmadığında sivillerin evlerini bombalamaya başladılar.
Bunların Gazze'de ne yaptıklarını kestirmek zor değil; çünkü aynısını Lübnan'da da yapmışlardı. O zaman insanlar Dahye'yi, Baalabek'i ve Hermel'i terk etmek zorunda kalmışlardı. Bu nedenle İsrail'in birçok şehri artık boş yerleşim yerleri ile sınırlıydı. Ama bunu bir buçuk milyon insanın yaşadığı Gazze'ye nasıl yapacaklar, bu insanlar nereye gidebilirler. Hamas liderleri de orada değiller, bu saldırılarla ne hedeflenmekte?
İsrail uçakları ve helikopterleri Gazze üzerinde hiç durmadan uçuyorlar, su tesislerini ve sair önemli yerleri bombalıyorlar ki bunu 2006 Temmuz Savaşı’nda da yapmışlardı; ancak bu saldırılar böyle günlerce dahi devam etse savaş kesin bir sonuç vermeyecektir. Peki, elde kalan diğer seçenek nedir? Kara operasyonu.
Kara operasyonu öncesinde Gazze'deki duruma bakacak olursak direnişin durumu kontrol altında tuttuğunu görmek mümkün. Direnişçiler günde elli ve seksen beş arasında füze atıyorlar ve bu füzeler İsrail'in ortalarına kadar gidiyor. Olmert de direnişçileri kışkırtmak için iki yüz tane de atabilirler diyor.
Direnişçiler iki yüz hatta üç yüz füze bile atabilirler; ama tabi bu bunu yapmak gibi bir planları olduğu anlamına gelmez. Biz Temmuz harbinde günde bin hatta iki üç bin kadar füze atabilirdik; ama atmadık. Bu konuda ne depolarımız ne mekân bakımından bir sorunumuz yoktu.
Gazze'deki kardeşlerimiz bu füzeleri atarak zaman kazanıyorlar ve bu onlar için büyük bir başarıdır. Kardeşlerimiz bunu Temmuz Savaşı’ndan ders alarak başarıyorlar. Şimdiye kadar hiçbir İsrailli yetkili ya da İsrail hava kuvvetleri bir füze rampasını füze atılmadan önce vuramadı, böyle bir haber gelmedi.
Bu Lübnan savaşında da böyle olmuştu; ancak füze atıldıktan sonra vurabiliyorlar ki bu pek anlam ifade etmiyor. Önemli olan füze atılmadan vurabilmek. İsrail bunda acizdir ve Gazze şeridinde Füzeler atılmaya devam ediyor. Şimdi size bu konuda bazı rakamlar vereyim:
Gazze şeridinden yirmi kilometreye kadar 115 İsrail yerleşim birimi var buralarda altmış bin küsur İsrailli yaşıyor. Otuz kilometreye kadar 268 yerleşim birimi var ve bu yerleşim birimlerinin içinde 555 bin nüfuslu Bi’ir Seb’a kenti de bulunuyor.
Gazze'deki kardeşlerimizin en son füze attıkları kırk kilometrelik menzilde 208 yerleşim birimi var ve bu yerleşim birimlerinde 635 bin İsrailli meskûn bulunmaktadır.
Bu nedenle İsraillilerin bu meseleye bir çözüm bulmaları gerekmektedir; zira seçimler yakın. Şu anda insanları sığınaklara indiriyorlar, okulları, üniversiteleri, fabrikaları bilfiil tatil ediyorlar. Bunu yapan mustazaf ve mütevazı şartlar altında savaşan; ancak sağlam bir iradesi olan Gazze'dir.
Yani şu anda 208 İsrail yerleşim birimi ve 635 bin İsrailli iktisadi, psikolojik ve maddi anlamda tehlike altındadır. Gazze'deki kardeşlerimiz buna devam edebilirler ve siz füzelere engel olamazsınız. Hava saldırısı bir şey gerçekleştiremez ve Hamas bu hava saldırılarını iyi karşılıyor ve duruma hâkim. Binaenaleyh Gazze halkı ise direnişe destek veriyor ve onları bağrına basarak direnişi destekliyor.
İsrailliler ise Lübnan'da da yaptıkları gibi -ki siz bunu çok iyi biliyorsunuz- direniş aleyhinde bir kamuoyu oluşturmaya ve varmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Kadın ve çocukları konuşturup direnişten teslim olmalarını istediklerini göstermeye çalışıyorlar; ancak bu Lübnan'da tutmamıştır, Gazze'de de tutmamıştır ve tutmayacaktır.
Biz Gazze halkının tavrını basın yayın organlarından biliyoruz. Direniş önderlerinin konumu sabit, halk onlara destek veriyor ve direnişin devam etmesi yönünde onlara desteklerini ikrar ediyorlar. Bu durumda hava silahları ile ne yapabileler. Şimdi geriye kara saldırısı kalıyor. Ben kara saldırısı ihtimali yok demiyorum ve zaten böyle bir şey de söyleyemem. Fakat burada açık olan İsraillilerin kara harekâtı konusunda tereddütlü olduklarıdır.
Seçimler öncesinde bir kara saldırısı iki ucu keskin bir kılıç gibidir. Kazansalar ucu karşı tarafı keser, kaybetseler ucu kendilerini keser. Yani kaybetmek ve kazanmak arasında kara saldırısı söz konusudur. İsrailli uzmanların, stratejistlerin ve askerlerin kaybetme ihtimali İsrail'i tereddüde sokuyor. Evet İsrailliler ciddi ciddi yenilmekten korkuyorlar ve böyle bir yenilgi seçimler öncesinde, önce Ehud Barak'ı, Livni ve Kadima partisi’ni de Netenyahu ve Likud partisi karşısında zayıf duruma düşürecek. Çünkü söz konusu partiler eğer biz başta olsaydı yenerdik şeklinde bir koz elde etmiş olacaklar.
Ayrıca dar alanda hareket etmek zorundalar; çünkü bir buçuk milyon direnişi destekleyen ve binlerce direnişçi mücahit var ve kara savaşında eğer azim ve irade olursa çok büyük imkânlar gerekmiyor. Azim ve irade ise Gazze'deki kardeşlerimizde ziyadesiyle var.
Aslında İsraillilerin korkması ve çekinmesi çok garip değil. Zira Gazze'ye girdiklerinde göğüs göğse mücadele başlayacak ve İsrail'in yenilgisi açıkça ortaya çıkacak ve çığlıkları yükselmeye başlayacak. Burada olanlar, orada da olacak ve mücahitler burada bizim ulaştığımız yere ulaştıklarına zafer sizi bekliyor demektir kardeşlerim!
Yani bütün şehitlere ve yaralılara rağmen durum İsrail'in çıkarına bir durum değildir. Sokaklar işbirlikçiler ve İsrail aleyhinedir ve nereden bakılırsa bakılsın onlar baskı altındadır. Hatta diyebilirim ki akan bütün temiz kanlara rağmen durum zafer durumudur. Çünkü halk direnmektedir, direniş ayaktadır, liderleri ve kadroları ayaktadır ve dayatılan hiçbir şart kabul edilmemektedir. Yani İsrail şu anda bile açık bir yenilgi içindedir.
Hatırlarsanız ben Temmuz Savaşı sonunda şöyle demiştim; En kuvvetli hava silahı ancak çocukları öldürür, mescitleri yıkar, üniversiteleri yıkar. İsrail'in hava kuvvetleri Ortadoğu'nun en kuvvetli hava kuvvetleri olsa ne olacak, önemli olan kara harekâtıdır.
Lübnan'da kara harekâtı başladığında bombardıman devam etse de tanklar harap edildi askerleri öldürüldü. Zaman direnişin zamanıydı İsrail'in değil. Hatta o zaman İsrailliler Fransa, Türkiye ve başka devletlerin teklifi üzerine bir ateşkese yanaşmıyordu. Çünkü hiçbir hedefini gerçekleştiremediği için bu ateşkesin başarısızlığının ilanı olacağını düşünüyordu. Fakat bir şey değişmedi.
Evler yıkıldı, insanlar şehit oldu, bu savaşın olduğu yerde olan bir şeydir; ama İsrail hiçbir amacını gerçekleştiremedi. Yani sözü getirmek istediğim bu savaşın sonunda, Allah'ın izniyle, İsrail için başarısızlık olacağıdır.
Ümmetin bu meyanda görevi ise daha önce söylediğimiz gibi Mısır'ın Rafah kapısını açmasının Mısır'dan talep edilmesidir.
Eğer birilerinin Gazze'de zaferin direnişçilerin olacağından bir şüphesi varsa ilerleyen günlerde bu şüphesinden eser kalmayacaktır ve Gazze muzaffer olduğuna muhasara altıda galip olacaktır.
Binaenaleyh refah kapısının açılması gerekmektedir, yaralıların Mısır'ın dışına çıkarılmasına müsaade edilmelidir. Gereken tıbbi ve hayati ihtiyaçlar Gazze'ye ulaştırılmalıdır. Geçtiğimiz birkaç gün içerisinde Mısırlıların yaptıklarına sebep olarak gösterdikleri ise dayanaksız gerekçelerdir ve Arap dünyasında ve İslam âleminde akıl ve vicdan sahibi kimseyi ikna edememektedir.
Bu gerekçelerin siyasi, hukuki dini ve ahlaki hiçbir değeri yoktur. Bu nedenle Rafah sınır kapısının açılması vaciptir. Biz ve sizler zaferine, sebatına ve ihlâsına inandığımız bu direnişe destek vermek elimizden gelen desteği vermeliyiz ve elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.
Bu zafer bütün dünya için ilahi bir mucize olacaktır; çünkü oradaki kardeşlerimiz çok zor şartlar altına entrikaların döndüğü, işbirlikçilerin her yanlarını kuşattığı bir ortamda direniyorlar.
Bu zafer ve bu entrikaların yenilgisi ilahi bir vaattir ve bizler hep birlikte kardeşlerimizin yanında olmalıyız.
Allah'ın selamı ve bereketi sizlerle olsun.
YDH