İslâm Hukukçusu Ubey bin Kâb ile Halife Hz. Ömer (ra) arasında bir dâva vardır, ikisi de haklı oldukları kanaatındadırlar. Übey bin Kâb Medine kadısı Zeyd bin Sabit'e müracaat ederek: "Halifeden dâvâcıyım, dâvâmıza bak ve kimin haklı olduğunu ayırdet der. Bu müracaat üzerine kadı Zeyd bin Sabit bir dâvetiye ile Halife Hazret-i Ömer'i derhal mahkemeye çağırır ve: " Hakkında şikâyet var! Kur'ân namına seni mahkemeye çağırıyorum." hitabında bulunur. Mü'minlerin Halifesi Hz. Ömer (ra) dâvetiyeyi alır almaz hemen yola düşer; Kur'ân nâmına çağrıldığı mahkemeye girer. Halifeyi gören Zeyd bin Sabit " Yâ Emirel-Mü'minin, buyurun, şu yakınıma gelin. " der. Bu dâvete Halife hiddetlenir: " Bana yakınında yer gösterişini, tarafgirliğinin ilk alâmeti olarak kabul ediyorum. Kur'ân nâmına hükmeden hâkimin vazifesi, Halifeye hürmet değil, Kur'ân'ın emrine riayettir! Kur'ân'ın emri ise, hâkimin huzurunda Halife ile herhangi bir şahsın asla farklı olmadığıdır. Sen ise beni dâvâcının bulunduğu yere değil de, kendi yanına çağırıyorsun.. Bu ne hal? " der. Halifenin bu derece hiddet ve gazabına rağmen, hâkim Zeyd bin Sâbit gayet sâkin ve mütebessim bir şekilde : " anlatayım, yâ Emirel-Mü'minîn. Sana yakınımda yer gösterişim, tarafını tutacağımdan dolayı değildir. Çünkü, Allah'a ve âhiret gününe îmânı tam bir hâkimin taraf tutmasına imkân yoktur. Seni yakınıma şunun için çağırdım: Vereceğim hükümlerin âhirette beni mahkum etmemesi için âzâmi derecede dikkatli olmaya mecburum. Bunun için de ifade alırken, şikâyet edileni en yakınıma çağırıyorum; suallerime cevap verirken göz ucu ile de hareketlerini yakından tâkib edeyim de suçlu hâlet-i ruhiyesinde olup olmadığını daha sağlam olarak tesbit edeyim; maksadım budur!” der. Bu cevaptan çok memnun olan Halife, ellerini kaldırarak: - " Yâ Rabbi; Görüyorsun ya, ne ben Halife'yim diye hususî bir muamele istiyorum, ne de senin kitabınla hükmedenler Halifeden korkarak iltimas etmek düşüncesini taşıyorlar; hâkimlerine baskı yapan devlet reislerinden olmadığım için, sana ne kadar hamdüsenâlar etsem azdır." diyerek şu Hadîs-i Şerifi okur: " İnsanlarda iki sınıf var ki, onlar iyi olurlarsa bütün insanlar iyi olur; onlar kötü olurlarsa bütün insanlar kötü olurlar; Onlar da; ÂLİMLER VE ÂMİRLERDİR." Yukarı da geçen bu tarihi vesikayı okuduktan sonra bir de dönüp 2008 Tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Adalet sistemine bir bakıyorum…. Ankara F tipi cezaevinde tutuklu bulunan Yasin Demir isimli mahkum ana diliyle ANNESİYLE konuşamıyor… Binlerce insanın öldürülmesine direk veya endirek karışmış, Derin Devletin bir bacağı olan Ergenekon çetesinin Generali Şener Eruygur Tahliye ediliyor… Toplumda Emniyet ve asayişi sağlamakla görevli bulunan kurumların toplum içerisinde ağza alınmayacak çirkeflikte, toplum içinde iğfale sebep olacak provokatif ve ahlak imha faaliyetleri içerisinde bulunuşları… Camilerde Kur’an dersi alan ve Kur’an dersi veren gençlere müebbete varan hapis cezalarının verilmesi… Başı kel, ensesi kalın, sesi cırtlaklar ve yeğenlerinin götürdükleri mallarla holding imparatorlukları kurmaları… Kimi Mazlumların cezaevlerinde ölümcül hastalıklara düçar olmalarına rağmen seslerini hiçbir kesime duyuramamaları… Halkın oylarıyla meclise girmiş olan bayan milletvekili, başörtülü olduğu için “Devlete meydan okuyan bu kadına haddini bildirin” saldırısına maruz kalışı… Tesettür kıyafetlerinden dolayı Ergenekoncu rektörler tarafından kızlarımızın eğitim yuvalarına alınmamaları… Kuruluşu mazlumların kanları üzerine bina edilmiş olan bu melanet sistemin başka icraat çıkaracağı da beklenemezdi doğrusu… Bu vesileyle 1924’lü yıllardan ta günümüze gaddarca-zalimane –vahşice Şehid edilmiş olan tüm Müslüman ecdadımızı rahmetle ve saygıyla anıyorum… Dünya döner durur… Adalet kavramı bir gün gelir zalime de ihtiyaç olur. Birkaç Tarih kitabının sayfalarını çevirin mutlaka İBRET ALINACAK VESİKALAR GÖRECEKSİNİZ… HAYAT VE HÜRRİYETİN GERÇEK SAHİPLERİNE SELAM OLSUN… ORHAN YAPICI |