Bınavê Xuda
Derin devlete bağlı çete ve örgütler, PKK-Hizbullah çatışmasının oluşturduğu ortamdan su-i istifade yoluna giderek bölgeyi adeta yaşanılmaz hale getirdiler. Bu çete ve örgütler, etkin olabilmek için hem devletin gücünden hem de yerel imkanlardan istifade ettiler. Bunların tarifini şu şekilde yapabiliriz; jitem, resmi olarak varlığı reddedilirken gerçekte ise jandarma tarafından kurulmuş ve bilfiil faaliyet gösteren bir kurumdur. Bunun hikayesini bilmeyen artık yoktur. Bu nedenle işin bu kısmını detaylıca anlatmaya gerek yoktur. O dönemde hem jitem hem de polisin Terörle mücadele ve istihbarat dairesi bünyesinde, bölgede faaliyet gösteren örgütlere karşı hiçbir kanun ve kurala bağlı kalmadan mücadele verildi. Bunların idaresinde birimler oluşturuldu. Bunlar devletin resmi kurumları tarafından üretilen gayri resmi birimleridir. Dolayısıyla devletin her türlü imkânlarından istifade ediyorlardı. Bunların bir versiyonu da Ergenekon Çetesi türü yapılanmalardır. Bununla beraber bölgedeki tüm çeteleri kontrolleri altına alarak onları da kullandılar. Çatışmalı ortamdan istifade yoluna gittiler diyoruz ama iş o boyuta vardı ki artık her şey aşikare yapıldı. Dolayısıyla çatışmalı ortam onların faaliyetlerine örtü olamıyordu. Zamanla buna gerek de kalmadı. Bir önceki bölümde izah ettiğim gibi itirafçı, korucu, işbirlikçi ve ajanlardan oluşan birimlerin bölgede estirdikleri terör korkunç boyutlara varmıştı. Derin devlete bağlı bu çete ve oluşumların hedefinde, PKK, Hizbullah başta olmak üzere her oluşum ve yapı bulunmaktaydı. İcra ettikleri kirli faaliyetleri esnasında hiçbir farkı gözetmiyorlardı. Zaman zaman kamuoyunda devletin bu süreçte Hizbullah’a göz yumduğu veya tolerans tanıdığı hususunda spekülasyonlar yapıldı. Bu spekülasyonlar ya sadece mantık yürütülerek yapılıyordu ya da Hizbullahi harekete düşmanlık yapanlar tarafından ortaya atılıyordu. Halbuki böyle bir şey yoktur. İşin aslı ise şöyledir; öncelikle rejim güçleri Hizbullahi hareketi tanımıyordu. Gücünü ve çapını bilmediği bu hareketin rejim güçleriyle bir çatışması olmamıştı. Çünkü o döneme kadar hareketin faaliyetleri davet ve tebliğ ekseninde sürüyordu. Ayrıca PKK’nın bölgede ulaştığı seviye, rejim güçlerinin hareket kabiliyetini önemli ölçüde daraltmıştı. Böylesi bir ortamda PKK-Hizbullah çatışmasının çıkması en çok onun işine yaradığından elbette ki bunun kızışmasına ve alevlenmesine elinden geldiği kadar yardımcı olacaktı. Önceki bölümlerde de izah ettiğim gibi çatışmayı körüklemek için her iki tarafa karşı eylemler yapmak bu maksada yönelikti. O dönemde Hizbullah ile bir silahlı çatışma içerisinde olmayan devlet güçleri, PKK ile sıcak çatışma içerisinde olup hareket alanı da hayli daralmıştı. PKK’nın Hizbullah’a dayattığı çatışma ortamında sadece ortam kızışsın diye henüz çatışmalı olmadığı Hizbullahi hareketin üzerine imha maksatlı gitmemesi sadece bu maksada binaendir. Bunun böyle olacağını önceden kestiren Hizbullahi hareket bunu PKK makamlarına izah etmiş, ancak zafer sarhoşluğuna giren bu örgüt bunların hesabını yapmadan bildiğini okumuştu. Böylesi zor bir dönemde böyle bir çatışmanın çıkması devlet güçleri için bir nefes alma ve ferahlanmaya vesile oldu. Bunu inkar etmek anlamsız olacağı gibi Hizbullah’a göz yumulduğu iddiası da buradan kaynaklanmaktadır. Kaldı ki göz yumulma varsa, sadece Hizbullah’a değil aynı şekilde PKK’ya da göz yumulmuş hatta bunun ötesine de gidilmiştir. Önceki bölümlerde yazdım bu çatışmalar esnasında eylem esnasında hiçbir PKK eylemcileri ile güvenlik güçleri karşı karşıya gelmediler. Oysa bu tetikçilerin PKK mensubu oldukları açıkça biliniyordu. Eğer bunlar görgü tanıkları ve eyleme maruz kalanlar tarafından yakini olarak tanınmasaydı bunlar başka karanlık güçler tarafından yapılmış eylemlerdir şüphesi ortaya çıkabilirdi. Nitekim PKK mensupları tarafından yapılmayan eylemler Hizbullahi hareket tarafından fark ediliyordu. Karanlık güçlere bağlı çeteler tarafından işlendiği şüphesi bile oluşunca, bu tür eylemlere hemen karşılık verilmiyordu. Bunların araştırılması üzerine çoğu zaman bu karanlık çeteler tarafından yapıldığı ortaya çıkarılıyor ve hesabı soruluyordu. Bu çatışmalı dönemde göz yumulma meselesinde bir ayrıcalığa tabi tutulmayan Hizbullahi harekete tolerans da tanınmamıştır. Önceki bölümde dile getirdiğim gibi bu süreçte onlarca Hizbullahi genç devletin kurşunlarına hedef olup şehid oluyor, onlarcası da zindanlara atılıyordu. Hizbullahi potansiyele karşı baskılar da hiçbir zaman hafiflememiştir. Özellikle hareketin gücü ortaya çıktıkça devlet baskısı da o oranda çoğalıyordu. İleriki bölümlerde buna daha detaylı değineceğim. Bu çetelerin faaliyetlerine kısaca değinelim. - Adam Kaçırma: Yasadışı örgüt üyeleri suçlamasıyla hedef seçilen kişiler kaçırılıyor ve bunlardan günlerce haber alınamıyordu. Resmi gözaltı prosedürleri uygulanmadığından resmi makamlara yapılan bütün başvurular sonuçsuz kalmakta idi. Bir başka yöntem de gözaltına alınanlar prosedür gereği resmi işlemlerden geçirildikten sonra serbest bırakılır ve çıkışta bu sefer adı geçen birimlerce kaçırılırdı. Bu kaçırılan kişilere günlerce hatta aylarca işkence yapılır ve çözmeye çalışılırdı. Eğer çözüldükten sonra resmi makamlara havale edilmesinde fayda görülüyorsa o zaman yine prosedürüne uydurularak resmi makamlara intikal ettirilir ve hakkında işlem yapılırdı. Yok eğer çözülemiyorsa çoğu zaman infaz edilir ya bir çukura gömülür ya da bir kuyuya atılırdı. Bölgede ceset kuyularının hikayeleri dilden dile dolaşır. Kaçırılanların uğradıkları bir başka akibet de zaman zaman infaz edilip cesedin bir kenara atılmasıydı. Farklı maksatlarla Adam Kaçırma: Bunlar fidye karşılığı, ajanlaştırma maksatlı ya da istedikleri ve ihtiyaç duydukları bazı işlerde yardımlarını sağlamak maksadıyla kaçırmalar şeklinde sınıflandırılabilir. İnsanlar zaman zaman kaçırılan yakınlarının ardından onları aramada ısrarcı olunca hedefi saptırmak maksadıyla bu kişilere zaman zaman Hizbullah adres olarak gösterilir ve hedef şaşırtmaya çalışılırdı. Ayrıca bu insanların mağduriyetinden istifade etmek isteyen kötü niyetliler veya çoğu zaman aynı şebekelere bağlı elemanlar vasıtasıyla umutlar verilerek bu insanlardan maddi menfaatler sağlanıyordu. Giden yakınları ardından büyük meblağlarda maddi kayıplara uğrayanlar da azımsanmayacak kadar vardırlar. -Tehdit ve Şantaj Metodu: Bu metot ile bir çok faaliyet gerçekleştiriliyordu. Bunların başında muhbirleştirme gelir. Kişiler ya gözaltında, ya bu ekiplerce araçlara alınarak tenha bir yere götürülerek ya da bu kişilerle diyalogu bulunan akraba veya yakınları vasıtasıyla tehdit edilir veya eldeki bilgilerle şantaja başvurulur ve bu kişilerin muhbir olmaları sağlanıyordu. Bunun dışında eğer elde bilgi varsa o bilgilerle veya yoksa senaryolar vasıtasıyla bir çok kişi korkutulur ve bu yöntemle maddi menfaat sağlama yoluna gidilirdi. Bu hususta başvurdukları başka bir taktik ise, insanları açıkça ve ciddi bir şekilde tehdit ederek mensubu oldukları davadan vazgeçmesi istenirdi. Yani yerlerinde rahat oturmaları isteniyordu. Tehdit ve Şantaj araçları ise farklılık arz ediyordu. Bunların başında varsa eğer somut bilgi ve belgeler, yoksa gerektiğinde hukuki olarak geçerli olabilecek düzmece bilgi ve belgelerin düzenlenmesi, insanların mal varlıklarının koz olarak kullanılması, eldeki resmi görev ve mevkilerin koz olarak kullanılması, ailevi ve ahlaki açıkların kullanılması, kanun dışı iş yaptırma ve fuhuşa bulaştırarak belgelendirme yoluna giderek tuzağa düşürme, ceza, zindan ve nihayet can ile korkutma yoluna baş vurma….. bu araçların sadece bir kısmıdır. Bu çetelerin faaliyetlerini yazmaya devam edeceğim. Selam ve dua ile… Said GABARİ |